Renklerin sembolize ettiği bilinçaltı kavramlar, içinde yaşadığımız toplumsal gerçekliğin barındırdığı derin ikilemler ve kaynağını ilkel arzularımızdan alan zorlantılar Güliz Baydemir’in sanatının temelini oluşturuyor. Pentürü kendisi için en iyi ifade aracı olarak gören ve çalışmalarında akademik kimliğinin getirdiği teorisyen yönünü de derinden hissettiren Baydemir’in düşünce evreninde ayrıcalıklı bir gezintiye çıkmaya ne dersiniz?
Sanata olan ilgin nasıl başladı? Sanatçı olmaya nasıl karar verdin?
Çocukluğum Trakya’da geçti; Tekirdağ’ın bir kasabasında, bahçeli bir evde büyüdüm. Resme olan tutkumun yeşermesinde en büyük pay, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Mimari bölümünden mezun, emekli resim öğretmeni dedem Salih Baydemir’indi. Kütüphanesinde en çok ilgimi çeken kitap bir Van Gogh kitabı olmuştu. Louvre ve Musée d’Orsay’ın kataloglarına bakarken de zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım. O yaşlarda bu kitaplardan kendimce kopyalar yapardım. Doğadaki görüntüler de beni çok etkilerdi. Ortaokulu Tekirdağ Anadolu Lisesi’nde okurken ailemin teşvik ve desteği ile İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nin sınavına girmeye karar verdim ve orada çok disiplinli bir resim eğitimi aldım. Orada yatılı okurken zamanım gece gündüz resim yaparak ve kitap okuyarak geçti. Bu dört yılın ardından da Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi giriş sınavlarında başvurduğum tüm bölümleri dereceyle kazanmama rağmen resim bölümünü seçtim. Resim, pentür, yüzeyle olan bire bir ilişki ve etkileşim bana diğer her şeyden daha çekici geldi. Sanatçı olabildim mi bilmiyorum; ama yaratmayı ve üretmeyi hep çok sevdim.
Sanırım 2014’te yer aldığın Mamut Art Project’le birlikte adını daha sık duymaya başladık. Mamut Art Project kariyerini nasıl etkiledi?
Mamut Art Project genç sanatçıları destekleyen ve onların kariyerlerinde yepyeni kapılar açan çok önemli bir etkinlik. Benim için en güzel getirisi ise, işlerimin Mamut Art Project 2014 sergisini gezen Marcus Graf ve Güliz Özbek Collini’nin dikkatini çekmesi sonucunda Art50.net ailesine katılmam oldu.
Yakın zamanda gerçekleşen kişisel bir sergin oldu. Bu sergiden biraz söz edelim mi? Nasıl tepkiler aldın? Daha önceki sergilerinden bugüne neler değişti?
Yüksek lisans tezimi “Resim Sanatı’nda Anı ve Bellek” üzerine yazmıştım. Çanakkale’deki ilk resim sergim de anılarımdan yola çıkarak üretmiş olduğum ilk resim serisi olan “Kişisel Anılar” ile 2009’da gerçekleşti. Çeşitli fotoğrafları bir araya getirerek oluşturduğum ön çalışmalardan yola çıkan resimlerdi bunlar. Fotoğrafladığım çeşitli anlar, mekanlar ve insanların resimsel düzlemde yeniden kurgulanmasından oluşuyordu. İnsanın psikolojik durumlarına ve ilişkilerine değinen ve içinde sembolik öğeler barındıran, genellikle de çok figürlü kompozisyonlardı. Sonrasında insan eliyle yaratılmış insansız mekanları resmettiğim, yalnızlık ve ıssızlık duygusunu izleyiciye fantastik bir atmosfer içinde aktardığım sekiz yıllık bir seri olan “Sessiz Bölge” ortaya çıktı. Yine anılarımdan yola çıkarak, seyahatlerim sırasında çektiğim fotoğrafları referans alarak desenini gerçekçi bir biçimde oluşturduğum, ardından tuvalde sembolik hatta kavramsal bir renk kullanımı ile birlikte noktalanan bir seri oldu. Boş sandalyeler, yüzme havuzları, karolar, merdivenler, duvarlar gibi çeşitli mimari öğelerin çoğunlukla büyük boyutlu tuvallere yansıdığı bu seri, entropiye karşı bir düzen yaratma arzusu içeriyordu. Bu serinin ilk sergisini ise 2012’de “Silent Areas” adıyla, Erasmus değişim programı kapsamında bulunduğum İtalya’da açtım. Daha sonra aynı seriyi İstanbul ve Ankara’da da sergileme imkanım oldu. Çanakkale’deki “Kişisel Anılar” sergisi insan ve insan ilişkilerine odaklanmasına rağmen, uzun yıllar sonra gerçekleşen “Sessiz Bölge” sergisinde insansız, boş mekanlar görmek herkes için şaşırtıcı oldu. İzleyiciler yalnızlığı ve ıssızlığı gerçekten hissettiler diyebilirim. Ve de sessizliği… Eserlerin boyutları da etkiyi arttırıyor tabii ki. Algıyı ters yüz ettiğime dair yorumlar aldım. Özellikle su görüntüsü içeren resimlerde resmin içine doğru çekildiğini hissettiğini söyleyenler, yaratılan perspektiften etkilenenler, resimlerin gittikçe daha da derinleştiğini ifade edenler, renklerin etkisiyle heyecanlanlananlar, resimlerin nesnel gerçeklik etkisine, harcadığım emeğe şaşıranlar oldu.
Son dönem çalışmalarında yeşil ve mor gibi, soğuk renk değerleri daha önceki çalışmalarına göre daha fazla olan bir renk paleti benimsemişsin. Boyayı kullanışında da belirgin dönüşümler var. Atmosfer oldukça farklılaşmış sanki…
Evet, onlar bu yıla ait çalışmalarım. Daha önceki resimlerimde varoluş ve yok oluş arasındaki dünyanın dondurulmuş anlarına odaklanıyordum ve buradaki turuncu benim için son bir umudu sembolize ediyordu. Özellikle libido ve destrudo’nun sembolü olan kırmızı renk ise yapıtlarımda gerilim yaratan etkisiyle çokça yer buluyordu. Psikanalist yaklaşıma göre “su” imgesinin sembolize ettiği ana rahmine/başa geri dönme arzusu ile, mimari öğelerle inşa edilen düzenin kendisi arasında bir karşıtlık/iç içelik durumu söz konusuydu ve bu diyalektik, resimlerimde kendini kırmızı, turuncu ile bunların kontrastı olan mavi ve yeşillerin bir arada kullanılmasında gösteriyordu. Son dönem çalışmalarımda ise resimlerin son aşamasında uyguladığım saydam turuncu yağlı boya katman artık yer almıyor. Yerini tamamen akrilik boyaya, çok daha şiddetli mavilere, morlara bıraktı. Artık sıcak renklerin baskınlığı sona erdi. Aslında bunda geçen yıl yaptığım “Seyahat Listesi” (Travel Bucket List) isimli kolaj serisinin de etkisi olduğunu söyleyebilirim.
“Seyahat Listesi” kolaj serin nasıl ortaya çıktı? Ayrıca yeni resimlerinde formel değişiklikleri bir yana bırakırsak, yine izleyiciyi yalın ancak gerilimli bir anın içinde dondurduğunu düşünüyorum. Ancak bu kez ıssız mekanların yanı sıra, aşırı yalın ve güçlü bazı imgeler kullanmışsın… Muz veya timsah gibi… Bu konuda neler söylemek istersin?
Kolaj serimde, içinde kaostan soyutlanarak var olduğum boşluk anlarının aksine kaosun kendisini bir var oluş sorunu olarak ele aldım. Kompozisyonları kurgularken de kendi çektiğim fotoğraflardan çok internette, sosyal medyada sıkça rastladığımız görsellerden yararlandım. Doğa görünümlerini, figürleri ve bazı materyal sembolleri gerçeklik kavramını sorgulatacak biçimde rüya mekanlar yaratarak kurgulayıp çağımız toplumuna ayna tutmaya çalıştım. Özellikle lüks tanımının evrimleşmesinde büyük rol oynayan internet ve sosyal medyada görmeye alışık olduğumuz çeşitli görsellere ironik müdahalelerde bulundum ve böylece belleğin derinliğine işleyen vahşi gerçekler ile tüm bunlara yönelik yabancılaşma halimizi irdelemek istedim. Öte yandan ‘türün devamı’ içgüdüsünü vurguladığım ve hem Evrim Teorisi, hem de kapitalizmin temel söylemi olan ‘en güçlünün hayatta kalması’ (survival of the fittest) kavramına göndermede bulunduğum çalışmalarımda, bizde pozitif duygular uyandıran rahatlatıcı manzaralar ile huzursuz eden görüntüleri bir arada kulladım. Günümüzde Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi piramidinin tepesinde yer alan ‘kendini gerçekleştirebilme özgürlüğü’ne duyulan arzu, bireylerin yaşamın zorunlu gereksinimlerini karşılamak zorunda olmadıkları ‘serbest zaman’ aralıklarına ait tatil ve seyahat etkinlikleri, gösteriş tüketimi ve zenginliğin simgelerine dönüşen cruise gemileri, yüzme havuzları ve güç sembolü hayvanlar olarak görselleşti. Son resimlerimde yer alan timsah da bu sembolik hayvanlardan biri aslında. Ama tuvalin içinde yine ne kadar da yalnız… Tıpkı daralan bir perspektifin içinde yer alan muzun olduğu gibi…
Uzun bir süredir Çanakkale’de yaşıyorsun. Orada hayat nasıl? Çanakkale Bienali’yle birlikte kent Türkiye’nin sanat haritasına iddialı bir giriş yaptı. Bu yılki bienali nasıl buldun?
Aslında Çanakkale’ye geri döneli hemen hemen iki yıl oluyor. Daha önce de burada üç yıl görev yapmıştım. Çanakkale için bienal gerçekten çok önemli bir etkinlik. Gittikçe daha da ilgiyle izlenir hale geldiğini görüyorum. Bu yılki bienalde Mahal ve Bordo Bina en beğendiğim mekanlar oldu.
Akademisyen olarak da kariyer yapan bir sanatçısın. Senin için bu iki alan birbirini nasıl etkiliyor? Nasıl besliyor?
Olumlu yanları olduğunu söyleyebilirim; bence ikisi birbirini besliyor. Öğrenciler için sanatçı bir hoca ile ders yapmanın büyük bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sanatçı bir hoca olarak öğrencilerle diyalog içinde olmak da farklı bir bakış açısı geliştiriyor bence.
Yakın gelecekte senden hangi projeleri bekliyoruz?
“Seyahat Listesi” kolajları ile bağlantılı olarak “Nuh’un Gemisi” isimli bir tuval serisine başladım. Yaratma-üretme aşaması biter bitmez, bir an önce sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.
Röportaj: İpek Yeğinsü