Gözde Başkent zamansız ve mekansız kompozisyonlarında yer alan figüratif öğelerle, görünmeyen ve zihnin algılamakta güçlük çektiği kavramlar üzerine çalışıyor. Resimlerinde insan olma durumunu doğayla olan ilişkisi üzerinden araştıran sanatçı, kullandığı farklı teknik ile yüzeysel çeşitlilikler yaratırken, renk paleti ile de dinginliğe ulaşıyor. Doğada topladığı taş, dal, kuş tüyü gibi parçaları da sanatsal üretim sürecinde birer anımsatıcı olarak kullanan sanatçı ile doğa ilişkisi, resimleri ve rutinleri üzerine konuştuk.
Gözde Başkent, Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nde lisans ve lisansüstü eğitimini tamamladı. 2008-2009 döneminde Bologna Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim gördü.
Merhaba Gözde. Resimlerinde doğa ve insan arasındaki mesafe, döngü, yaşam-ölüm gibi kavramları ele alıyorsun. Bu ilişkiyi kadın imgesi üzerinden yansıtmanın bir nedeni var mı? Bir kadın sanatçı olarak, yarattığın bu kadınları seninle de özdeşleştirebilir miyiz?
Ele aldığım konularda cinsiyet vurgusundan ziyade insan olmanın bilinen ve bilinmeyen durumlarına yönelmiş bir merak var. Kompozisyonda insanı ifade eden figürün kadın olarak belirmesi tabii ki sanatçının resimdeki temsili olarak düşünülebilir. Çalışmalarımda, zaman ve mekandan bağımsız, varolduğundan beri insanoğlunun merakını uyandırmış, insan zihninin kavramakta güçlük çektiği kavramlar üzerine düşünmek beni motive ediyor. Bunlar çoğunlukla ucu açık anlatımlar ve izleyicinin kişisel deneyimi her zaman var olan anlatımı katmanlandırıyor.
Doğa- insan ilişkisi üzerinden resimlerine baktığımda bazılarında kullanılan kadın imgesi güçlüyken, bazılarında bu figürler doğanın içerisinde kayboluyor ancak görsel olarak var olan olanaksızlıklar aslında birer sembole dönüşüyor diyebilir miyiz? Güçlü olma, doğayla bir olma, onunla özdeşleşme, onu iyileştirme ya da tam tersi?
“Güçlü” olarak algılanan figürlerde aslında “bir olma” hali var. Bunun gerçek güç olduğunu düşünüyorum. İnsanın doğaya üstün gelme çabası, benim anlamakta zorlandığım bir kavram fakat doğa ile uyumlu yaşama yetisinden de yoksun olduğumuza inanmaya başladım. Doğaya bir bağlılık hisseden insanların yaşadığını düşündüğüm çelişkiler bunlar. Yaşadığımız gezegene zarar vermeden bir adım bile atamıyorken karamsarlık kaçınılmaz olabiliyor.
Resimlerinde tuval yerine ahşap da kullanıyorsun, özellikle bu malzemeyi kullanmanın ve renk paletinde de soğuk olan mavi rengi kullanmanın bir nedeni var mı?
Yağlıboya ağırlıklı oldukça geleneksel bir eğitim aldım. Sonrasında, kendi üslubumun oluşması sürecinde bu tekniğin benim için en uygun teknik olmadığını farkettim. Bir deneme-yanılma-öğrenme sürecinden sonra ahşabın tuvale nazaran düzgün ve organik yüzeyi, katmanlar halinde detay çalışmamı mümkün kılan bir yüzey olarak öne çıktı. Aynı şekilde, yağlıboya yerine kullanmaya başladığım akrilik de buna uygun. Akrilik, yağlıboyaya göre çok yeni bir medyum olsa da, ahşabın kullanımı sanat tarihinde tuvalden daha eskiye dayanıyor. Bu iki malzemenin imkanları doğrultusunda ilerledim. Ayrıca ahşap, keserek ve ekleyerek farklı yüzeyler yaratmama da imkan sağlıyor.Tuval ve ahşabı resmin gereklerine ve boyuta göre dönüşümlü olarak kullanıyorum.
Mavi, özellikle ultramarine, sürekli olarak kullandığım bir renk. Ahşap gibi, ultramarinenin de sanat tarihinde önemli yeri var. Bundan bağımsız olarak, çalışmalarımda soğuk renkler, yaratmak istediğim dingin, kimi zaman karamsar, içe dönük atmosfer için bir ifade aracı.
Günlük rutinini anlatır mısın?
Her ne kadar gece çalışmayı tercih etsem de, atölyem açılış-kapanış saatleri olan bir handa olduğu için, çalışma saatlerimi buna göre ayarlıyorum. Oldukça izole bir çalışma rutinim var, atölyede bulunduğum saatler kısıtlı olabildiği için, çoğu çalışma gününü pencerede beslediğim kuşlardan başka canlı görmeden tamamlıyorum denilebilir. Yetiştirmem gereken işler olduğunda geceleri de çalışabileceğim şekilde ayarlamalar yapıyorum. Daha rahat dönemlerde farklı malzemelerle çalışmalar yapmaya da zaman ayırıyorum.
Senin doğayla aran nasıldır? Çiçeklerin var mı? Doğaya gider misin?
Önceki soruda bahsettiğim doğaya bir bağlılık hisseden insanlardanım. Çokça bitkim ve küçük de bir bahçem var. Geçen yıl bahçecilik kursu aldım ve bitki yetiştirmek, çoğaltmak, tohumdan büyümelerini izlemek daha çok vakit ayırmak istediğim bir uğraş. Aynı şekilde doğada daha fazla vakit geçirmek için çadır kampı yapmaya başladım. Sadece canlı bitkiler değil, doğadan öğeler toplayıp bir anımsatıcı olarak yaşam alanlarımda tutmayı seviyorum; Ağustos böceği kabukları, dal parçaları, taşlar, kuş tüyleri, tohumlar gibi… 15 yıldan fazladır sakladığım bir arı var atölyemde örneğin.
Sürekli olarak okuduğun, elinden bırakmadığın, dönüp dolaşıp eline aldığın bir ‘başucu’ kitabın var mı?
Sanatla ilgilenen çoğu kişinin de katılacağını düşündüğüm Ernst Gombrich’in Sanatın Öyküsü, bu tanıma uyan ilk kitap benim için.
İşlerini çok beğendiğin ve kendinle özdeşleştirdiğin bir sanatçı var mı? Başka disiplinlerden de takip ettiğin sanatçılar kimler?
Beğenerek takip ettiğim farklı disiplinlerden çok fazla sanatçı var. Yalnızca güncel sanatçılardan bir liste yapmam gerekirse; Andrew Hem, Esao Andrews, Keita Morimoto, Allison Sommers, aynı zamanda dövme sanatçısı olan Stephanie Brown. Diğer bir disiplin, illüstratörlerden; Julia Sarda, Carson Ellis, Isabelle Arsenault, Rebecca Green, Felicita Sala, Jon Klassen, Levi Pinfold ilk aklıma gelenler.
Sana çok büyük bir bütçe verilse ve bu bütçe ile sadece tek bir eser alabilecek olsan, kimin, hangi eserini alırdın? Neden?
Tek bir eser alabilecek olsam bu Hieronymus Bosch’un Dünyevi Zevkler Bahçesi olurdu. Çok zaman ayırarak incelemek gereken bir başyapıt.
Art50.net ile uzun süredir birlikte çalışıyorsun, bu iş birliği ile ilgili neler düşünüyorsun? Türkiye’nin önde gelen sanat platformlarından birinde yer almanın sana nasıl katkıları oldu?
Uzun süredir birlikte çalıştığım Art50.net ile ilişkilerim hep pozitif ve öğretici oldu. Art50.net çok yönlü bir sanat platformu olmasının yanı sıra bünyesindeki sanatçıları destekleyen, onlarla yakın ilişkiler kuran yapısı ile de önemli bir örnek oluşturuyor.
Kariyerinde nasıl bir gelecek hayal ediyorsun? Bugünden on yıl sonra kendini nerede, nasıl düşlüyorsun?
Resim çalışmalarımın yanı sıra bu aralar vaktimin ciddi bir kısmını illüstrasyona ayırıyorum. Tamamladığım ve devam eden kitap projeleri var. İllüstrasyon ile her zaman yakın bir ilişkim oldu, yüksek lisans tezim de resim-illüstrasyon ilişkisi üzerineydi. Bu alandaki pratiğimi geliştirmek, kariyerime bu yeni yolu dahil etmek, bir şekilde resme farklı bir gözle bakmamı sağlayan bir motivasyon. İleride de bu iki benzer ama farklı yolun birbirini besleyerek ilerlemesini planlıyorum.
Röportaj: Sena Arcak Bağcılar