Mardin Bienali’ni gezmek için şehre ayak bastığım ilk gün, hemen bienali gezmeye başlamayayım, önce kafamda bir plan yapayım diye sakin sakin düşünerek yolda yürüyordum. Cadde üzerinde bir bienal afişi görüp içeriye kafamı uzatmam ve tükenmez kalemle bir defterden koparılmış bir kağıt üzerine yazılmış “Ferhat Salman Atölyesi” yazısını girip atölyenin merdivenlerinden paldır küldür aşağı inmem bir oldu.
Bienalin en merak ettiğim sanatçılarından Ferhat Salman’ın atölyesine büyük şehir tozu yutmuş gürültülü ve meraklı halimle böyle daldım. İçeride kendisine eşlik eden, Mardin’de kaldığım 3 gün içinde atölyeye gidip geldikçe yüzleri değişen ama yardımseverlikleri (Ferhat burada mı? Ne zaman gelecek? Ben yarın mı gelsem? Sizin de mi telefonunuzu alsam?) değişmeyen arkadaşları arasında sessizce oturan biri…
Ferhat’la sonunda röportaj yapabildiğimde anladım ki, kendisi sessiz duruyor ama diğer yandan da çok az kişinin yapabileceği bir beceri ve istekle kendi yolunu kendi çizmiş, özel bir insan. Çok konuşmamış, hala da çok konuşkan değil ama almış kağıdı boyayı eline ve anlatmaya başlamış. Ben de o anlattıkça, daha çok sordum, Ferhat’ın dinledikçe ilham veren hikayesini, anlatmak istediklerinin kısacık bir bölümünü yazıya döktüm…
I.Ö.: Bize biraz kendini ve sanat yolculuğunu anlatabilir misin ile başlayacağım. Hikayen nedir?
F.S.: 1992’de Mardin Kızıltepe’de doğdum. İlk öğrenimimi Kızıltepe’de bitirdikten sonra Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi’ne girdim. 2015’te Afyon Kocatepe Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldum. Şu an da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyorum. Çocukluğumdan beri resim yapıyorum, kağıtlarla çalışıyorum.
I.Ö.: Çocukluğum derken, kaç yaşından beri? Küçüklükten beri kağıtla çalışmanın özel bir nedeni var mı?
F.S.: 6 yaşından beri kağıtlarla çalışıyorum. Malzemenin kısıtlı olmasından dolayı hep kağıtla çalıştım; başka bir materyal üzerinde çalışacak bütçe yoktu ama her yerden kağıt bulabiliyordum. Malzemeyle tanışıp onu kendi dilime çevirdim. Çocukluğumda yaşadıklarım, travmalarım hep kağıda yansıdı. Özellikle lisede, daha çok tek başına kaldığım ergenlik dönemimde kimseyle iletişim kurmadım. İletişim sorunumdan dolayı hep kağıda yöneldim. Şu an bile kimseyle çok kolay iletişim kuramıyorum; eserlerim üzerinden kendimi ifade edebiliyorum. Son 3 yıldır fiziksel olarak kendimi daha iyi ifade edebiliyorum; onun öncesinde hep yapıtlar üzerinden kendimi ifade ettim.
I.Ö.: O kadar küçük yaştan itibaren kendini resimle ifade edebilmek, bunu yapabileceğini bilmek herkesin keşfedemeyeceği, özel bir durum. O yaşta resim yaparken örnek aldığın biri mi oldu, yoksa tamamen içgüdüsel olarak mı resim yapmaya başladın?
F.S.: Benim çocukluğumdan beri yaşadığım bir iletişim sorunu vardı. Diğer çocuklar gibi çevremdeki çocuklarla sürekli bir iletişimim ya da aileyle özel bir muhabbetim yoktu. Abimin odasında bulduğum kağıtları yırtarak resim yapıyordum okula başlamadan önce. Onun resim dersinde yaptığı resimlere bakarak ben de resim yapmaya başladım. Kendi kendime başlamış oldum, sonra öğretmenlerim, hocalarım hep teşvik ettiler beni. Ortaokulda sadece resim dersleri görerek ve sadece o derslerden geçerek devam ettim. Sonra beni Güzel Sanatlar Lisesi’ne gönderdiler. Güzel Sanatlar Lisesi’nde de beni özgür bıraktılar; yapmak istediklerime müdahale etmediler, müsamaha gösterdiler. Böylece iletişim sorunuma farklı bir şekilde yaklaştım; kendimi nasıl gördüğümü hep resimlerle anlattım, kendimi resimlerle dile getirdim.
I.Ö.: Anlattıklarından sanatın senin için bir terapi gibi olduğunu anlıyorum, doğru mudur?
F.S.: Kendimi daha iyi ifade ettiğim bir araç sanat. Fiziksel dilden daha çok ruhsal dili, beni oluşturan özel dili ifade edebildiğimi düşünüyorum.
I.Ö.: Kendini ifade ettiğin bu işler, gayri ihtiyari kişisel konular üzerine mi yoğunlaşıyor yoksa genel konular üzerinden mi resim yapıyorsun?
F.S.: Utanç, mahremiyet ve kaygı üzerine çalışmalar yaparak yaşadığım coğrafyadaki yaşanmışlıkları yansıtıyorum. İlk ifade biçimi olarak kendimden başladım. Kendi yaşadıklarımı çizerek kendimle tanışma fırsatı buldum. Kendimi çizerken biçimler her geçen gün değişime uğramaya başladı; hem biçimi daha çok düşünmeye başladığım için hem de değişen ruhsal durumum sebebiyle…
Bu coğrafyada veya savaşın olduğu başka bir yerlerde insanların yaşadıklarına dikkat çekerek bir vicdan muhasebesi yapılmasını istiyorum. Bu sebeple genel olarak siyah-beyaz resimler yapıyorum. Siyah-beyazla kendimi daha rahat anlattığımı hissediyorum. Mizahi bir durumu işlemek istiyorsam renk kullanıyorum.
I.Ö.: Atölyende bulunan, bir topluluğun yaşadığı dramı konu alan resimler siyah beyaz; tek başına daha çok tuvalette resmettiğin insan resimleri renkli. İnsanlık utancına dikkat çekerken siyah-beyaz kullanıp, kişisel utanç yaşayabileceğimiz istediğimiz durumları tiye almak için renkli resimler yapıyorsun diyebilir miyiz?
O tuvalet resimlerini aslında mahremiyet konusuna değinmek için yaptım. Teknoloji, bugünkü dünya bizi tuvalette bile rahat bırakmıyor, hiçbir yerde bir mahremiyetimiz kalmıyor.
Bir de konuşmak istediğim kaygı meselesi var. Çocukluğumdan beri bende bir kaygı durumu var; şimdi daha iyi algılıyorum nereden başladığını. O yüzden kaygıyı çocuklardan başlayarak anlamaya çalıştım. Bir çocuk neden, ne için kaygılanır? Bir çocukta kaygı nasıl oluşabilir, bunları düşündüm. Yetişkinler daha duyarsız; olayları sadece görüyorlar ve içselleştirmiyorlar. Halbuki çocuklar çevrede olanları içselleştirebiliyorlar. Diğer yandan yetişkinler kaygılarını dile getirebiliyorlar ama çocuklar dile getiremiyorlar; sadece bir kaygı olduğunu hissediyorlar ama nereden geldiğini bilmiyorlar. Kaygıdan bir çıkış noktası yok çocuklar için; sadece kaygının ortasında durumu gözlemliyorlar. Ben de bunu resmetmek istedim.
I.Ö.: Aslına bakarsan “iletişim sorunu” diye adlandırdığın konu, kaygıların diğer taraftan bambaşka bir güzelliğe, üretime yol açmış. Resimlerinle sadece kendini ifade etmekle kalmıyorsun ve bizlere de farklı hisler yaşatıyorsun, farklı toplu bir iletişim kapısı açıyorsun…
F.S.: Aslında artık biraz da kendimin dışına çıkmak istiyorum; çünkü bu coğrafyada veya farklı coğrafyalarda benim gibi şeyler yaşayan insanlara ulaşmak istiyorum. Yerel bir sanatçıdan evrensel bir sanatçıya evrilmek istiyorum. Herkesin çalışmalarımı görüp bir şeyler anlamalarını, düşünmelerini; hikayelerini anlattığım insanları görüp onları düşünmelerini istiyorum. Böylece resme bakan kişilerin kendilerini dışarıdan da görmelerini istiyorum. Medyada gördüğümüz umarsız eğlence sektörünün veya başka duyarsız dünyalarda yaşayan insanların da resimlere bakıp düşünebilmesini istiyorum.
I.Ö.: Peki bu çerçeveden baktığımızda utanç üzerinden insanlarda bir uyanış yaratmayı hedefliyorsun diyebilir miyiz?
F.S.: Benim hedefim var aslında: Bu topraklarda yaşayan veya savaş olan diğer psiko-coğrafyalarda yaşayan insanlarla ilgili utancı kendi bağlamı içinde dile getirmek. Bu bir özne meselesi; burada yaşıyorsam bunu görerek, anlayarak dile getirmek ve dışarıya iletmek istiyorum. İstanbul’daki bir insanın buradaki hayatını bu pencereden bakarak anlamasını istiyorum.
I.Ö.: İnsanlara ulaşmaktan hazır bahsetmişken Mardin Bienali’ne değinelim… Bienale nasıl dahil oldun? Tek bir işle katılmak yerine tüm atölyeni açmaya nasıl karar verdin?
F.S.: Hakan Irmak’la bir arkadaşlığımız vardı, Derya Yücel ile de geçen sene Tüyap’ta tanıştım. Hakan’ı atölyeme davet ettim, ondan sonra Derya Yücel ile beraber destek amaçlı atölyeyi bienale dahil etmek istediler, ben de kabul ettim. Böylece kendi işlerimi de insanlara tanıtıp kendimi ifade etme fırsatı buldum.
I.Ö.: Evrensel bir sanatçı olmak istiyorum demiştin ve bienal senin için bir nevi yeni bir pencere. Başka planların var mı?
F.S.: Mardin dışına çıkmak istemiyorum. İstanbul veya yurt dışında bir sergim olursa, başka insanlar çalışmalarımı görürse sevinirim ama hep buradan çalışacağım.
Bir sorunu dile getirmek istiyorsan önce kendinden başlayacaksın. Küçük bir başlangıç yapıp bütün dünyanı da ortaya koyabilirsin. Burada çalışıp burada üreterek işin öznesini ortaya koyuyorum. Ben buraları görebiliyorum; burada yaşanan, medyanın göstermediği şeyleri de dışarıdan gelen izleyicilere göstermeye çalışıyorum.
I.Ö.: Son olarak, özellikle hayalini kurduğun, yapmak istediğin bir şey var mı?
F.S.: Bu coğrafyanın içerisinde genç sanatçılar için özel bir proje oluşturabilirsek çok güzel olurdu. Genç sanatçıların görülüp, tanınıp, onlara hak ettikleri kıymet verilsin isterim. Birilerinin sadece burada üretip burada kendi kendilerine kalmaları bir tıkanma yaratır. İstanbul’da piyasanın genelde referansla döndüğünü biliyorum. Ama burada da bir şekilde sanatçılar yetiştirilebilir, desteklenebilir. Kimseyi kimliğine göre ayırmadan sadece yapıtları değerlendirerek sanatçıların değerlendirilmesini istiyorum. Kandinsky’nin dediği gibi, sanat eseri, kendi çağının çocuğudur. Bütün mesele, yapıtın kendisini ve anlattıklarını görebilmek.
Elimde olsa bu şekilde genç sanatçıları desteklemeye çalışırdım. Ben sadece yazın burada, Güzel Sanatlar’da destek veriyorum genç sanatçılara. Onlarla aynı süreçlerden geçiyoruz; onlara kendi yaşadıklarımla, verdiğim destekle yardımcı olmak istiyorum.