Sen Nehri üzerindeki köprüleri, şehrin kalbinde tüm ihtişamıyla duran Eiffel Kulesi, krem-bej renkli küçük balkonlu binalar.. Işığın ve aşıkların şehri Paris’te yürürken kendinizi evinizde hissetmeniz çok kolay çünkü Paris Sera Toujours Paris yani ‘’Paris her zaman Paris olacak’’. Fonda çalan Edith Piaf şarkısı, her köşe başında karşınıza çıkan şirin kafeler, içinize dolan sanat. Gelin Mona Lisa’nın evi olan Louvre’a, Monet’in nilüferler bahçesine, Van Gogh’un renklerine ve ihtişamlı Opera ve Bale dünyasına doğru eşsiz bir sanat yolculuğuna çıkalım.
Louvre Müzesi
Louvre Müzesi’nin 3 kanatlı görkemli binasını, binanın tam kalbinde duran, üç küçük piramitle çevrelenmiş büyük metal-cam piramitini ve önündeki kalabalığı gördüğünüz an bu müzenin neden 2016 yılının en fazla ziyaret edilen müzesi olduğunu anlıyorsunuz. Modern müzeciliğin doğduğu yer, 730.000 metrekarelik alana yayılan yüksek tavanlı galerilerinde yaklaşık 38.000 eseri ziyaretçilerle buluşturuyor.
Louvre 12. Yüzyılda kraliyet koleksiyonunu muhafaza etmek için inşa edildi. Yüzyıllar boyunca geçirdiği genişleme ve alımlarla Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sı başta olmak üzere Avrupa sanat tarihinin en önemli tablolarını, Antik Roma ve Mısır döneminin eserlerini, Afrika ve Asya‘dan en özel objeleri görebileceğimiz kültür – sanat tapınağı haline geldi.
Louvre Müzesi’nin altında bir alışveriş merkezi olduğunu biliyor muydunuz? Le Carrousel de Louvre Alışveriş Merkezi’nin içinde yemek alanı, birçok ünlü markanın mağazaları ve Fransa’nın ilk Apple Store’u bulunuyor. İçinden müzeye giriş kapısının olduğu merkezin en can alıcı noktası tam ortasında duran doğal ışık altında parlayan içe dönük cam piramit.
Orsay Müzesi
Louvre’un karşı kıyısında, Sen nehrinin sol tarafında bulunan Orsay Müzesi, 1898 yılında inşa edilmiş Beaux-Arts mimari uslubuyla inşa edilmiş eski bir tren garında bulunuyor. Louvre Müzesi ve Pompidou Merkezi koleksiyonları arasında kronolojik ve sanatsal geçiş oluşturma amacıyla kurulan Orsay Müzesi, açıldığı 1986 yılından itibaren dünyanın en önemli sanat müzelerinden biri haline geldi.
Dünyanın en geniş empresyonist koleksiyonuna ve zengin Van Gogh tabloları seçkisine sahip olan Orsay, bir müzeden beklediğinizden fazlasını sunuyor. Uzun dikdörtgen formdaki binada baktığınız her köşede Rodin heykelleri, Monet bahçeleri, Manet’in şehir hayatı resimleri, Degas’ın balerinleri gibi 19.- 20.yüzyıla ait bir şahaser olduğunu söylemek mümkün. Muhteşem eserlerle dolu olan müzede tanıdık bir isim de karşımıza çıkıyor; Oryantalizm Bölümü’nde yağlıboya tablosu sergilenen Osman Hamdi Bey.
Orangerie Müzesi
Paris Müzeleri arasında adeta keşfedilmeyi bekleyen bir hazine, Orangerie Müzesi. Yemyeşil Tuileres bahçesinin içinde bulunan iki katlı küçük müzede Cezanne, Matisse, Modigliani, Picasso, Renoir ve birçok ustanın eserleri karşınıza çıkacak.
Müzenin en can alıcı noktası ise Monet’in ‘’Nympheas’’ adlı tablo serisi. 8 panaromik nilüfer tablosundan oluşan bu özel sergi, birbirini takip eden iki oval odada sergileniyor. Sanatçının ölümünden iki ay sonra sergilenmeye başlanan tablolar da odalar gibi birbirini tekrar ederek panoramik bir görüntü oluşturuyor. Resimlerin uzunluğu ve büyüklüğü kesinlikle görmeye değer.
Louis Vuitton Müzesi
2014 yılında açılan, Frank Gehry tarafından tasarlanan Louis Vuitton Müzesi, açıldığı günden bu yana binası, koleksiyonu ve eserleriyle göz dolduruyor. Sanat müzesi ve kültür merkezi olarak hizmet veren bina, camlı güçlü yapısı ve büyük bir gemiyi andıran modern tasarımıyla Paris’in en önemli binalarından biri.
LVMH’nin kültür ve sanatı desteklemek amacıyla açtığı müze 4 kısımdan oluşuyor. Düşündüren, Pop, Dışavurumcu ve Müzik ve Ses olarak 4 kategoride düzenlenmiş 87 sanatçının 217 eseri, her geçen gün yeni alımlarla çoğalıyor ve çeşitleniyor.
126.000 metre karelik alana yayılan müzedeki eserler arasında Jean-Mihel Basquiat, Gilbert and George ve Jeff Koons dünyaca ünlü uluslararası sanatçıların çalışmaları yer alıyor. Müze, aynı zamanda çeşitli sanatçılara özel işler yaptırıyor. Bunlardan biri Elisworth Kelly’nin müzenin fuaye alanı için özel olarak yaptığı ‘’Spectrum VIII’’ (2014) adlı 12 renkli perde çalışması.
Georges Pompidou Merkezi
Kapılarını 1977 yılında açan Pompidou Kültür Merkezi, 4. Bölgedeki ikonik binası ile 20. Yüzyıl Postmodern mimarinin en önemli örneklerinden biri. Gelişen bir diagram olarak tasarlanan binanın mavi, kırmızı, sarı ve yeşil renklerinden oluşan renkli yapısı, Pompidou’yu eşşiz kılıyor. Dünyanın en geniş modern sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapan merkez aynı zamanda büyük bir kütüphane ve Müzik ve Akustik Çalışmalar Merkezine de ev sahipliği yaparak edebiyat, resim ve müzik gibi sanatın her alanına dokunuyor.
Paris Opera ve Balesi
Opera ve bale Paris şehir kültürünün ayrılmaz bir parçası. Dünyanın en güzel opera ve bale gösterileri, biri tarihi (Palais Garner) biri modern (Opera Bastille) olmak üzere iki opera binasında izleyenlerle buluşuyor.
Palais Garnier, diğer adıyla Opera Garnier, Charles Garnier tarafından 1875 yılında inşa edilen tarihi bir bina. Phantom of the Opera’ya ilham kaynağı olan muhteşem bina, Eklektik mimarinin en güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor. 1.979 kişilik bu tarihi binaya adım attığınız an, duvar resimleriyle bezenmiş yaldızlı odalardan, büyük altın avizelerden, uzun mermer merdivenler ve tavandan sarkan kristal avizelerden oluşan büyülü bir dünyaya giriyorsunuz.
Diğer opera Binası Opera Bastille ise, 1989 yılında modern ve popüler bir opera binası inşa etmek amacıyla Uruguaylı mimar Carlos Ott tarafından yaratıldı. 11. Bölgede bulunan, dışı mavi granit ve ışığı yansıtan cam bloklardan oluşan 2.723 kişi kapasiteli bina, dünyanın en iyi opera ve bale gösterilerini Parislilerle buluşturuyor.
Şehre Has Caféler
Küçük bağımsız kafeler 17. Yüzyıldan beri Paris şehir kültürünün ayrılmaz parçası. Hem restoran ve bar olan hem de kahve ve tatlı servisi yapan kafelerin Paris’e has özelliği ise geniş brandaların altında duran, kafenin dışına konulmuş yuvarlak masa ve sandalyeleri. Günün her saatinde bu kafelerde kahve içenleri, masanın aynı tarafında yan yana oturan sevgilileri, gelip geçenleri izleyenleri görmeniz mümkün. Kafe deneyiminin en güzel noktası ise bir kadeh rose şarap veya bir Cafe Creme eşliğinde acele etmeden istediğiniz kadar oturabilmeniz.
Paris’teyken şehrin en ünlü kaferini ziyaret fırsatını kaçırmayın. Fransız sinemasının kült filmi, Amélie‘de Amélie Poulin’in çalıştığı küçük, şirin kırmızı kafeyi kim unutabilir? Café des 2 Moulins, Paris’in Montmarte bölgesinde en çok turist çeken yerlerden biri.
Bir diğer muhteşem yer ise Café de la Paix. Paris’in en eski ve en önemli kafelerinden, yazar Emile Zola’nın ve birçok ünlü ismin uğrak yeri olan kafe 1862 yılında açıldı. Le gRAND hotel’e dahil olan kafe Palais Garnier’in köşesinde bulunuyor. Altın renkli dekorasyona, kırmızı sandalye ve koltuklara ve rölyefli yüksek tavana sahip olan kafede içtiğiniz bir kadeh serin rosenin ve yediğiniz baget sandviçin keyfini unutamayacaksınız.
Maison Souquet Hotel
Kabareleriyle ünlü Montmartre bölgesinde 19. Yüzyıldan kalma bir konakta bulunan, Belle Époque temalı butik otel Hôtel Maison Souquet, Fransız tasarımcı Jacques Garcia tarafından dekore edildi. Mobilya, sanat eseri ve resimlerle donatılan otel, Paris bohem kültürünü yaşayabileceğiniz sayılı mekanlardan.
Keyifli bir akşam geçirmek isteyenler için Paris’in en iyi barlarından biri olarak gösterilen, gizli bar konseptiyle hazırlanan Bar Maison Souquet, Mille et une Nuits tarzındaki Lounge’u, Fas esintileri taşıyan kırmızı salonu ve Napoleon III stili kadife koltuklarıyla eklektik dekorasyonun en güzel örneklerinden biri. Barın en can alıcı özelliği ise içinde bulunan ahşap panellerle kaplı tavana kadar uzanan kitaplık. Burada bir yandan bir şeyler içerken bir yandan da kitap okuyup rahatlayabilirsiniz.
Parklar ve Bahçeler
Yeşilin her tonu, rengarenk çiçekler, özenle düzenlenmiş ağaç kümeleri, muhteşem heykeller, bankta oturan sevgililer ve sohbet eden arkadaşlar. Bahçeler Paris şehir kültürünün olmazsa olmazı. 1. Bölgede, Louvre’un batısında bulunan 22.4 hektarlık alana yayılan Tuileries Bahçeleri, 1667 yılında ziyarete açıldı. Paris bahçe düzenlemesinin en güzel örneği olarak gösterilen bahçeyi her yıl yaklaşık 14 milyon ziyaretçi geziyor. Rodin ve Giacometti heykelleri, 2 adet gölet ve birçok kafesiyle şehirlilere büyülü bir yaşam alanı sunuyor.
6. Bölgede Saint Germain’de bulunan Lüksemburg Bahçeleri, 1612 yılında Kraliçe Marie de Medici tarafından Lüksemburg Sarayının bahçesi olarak yaratıldı. Floransa’daki Boboli Bahçeleri’nden ilham alarak yaratılan 25 hektarlık muhteşem bahçeler, İngiliz ve Fransız bahçeleri olarak iki kısma ayrılıyor. İki bahçenin arasında geometrik bir orman, büyük bir göl, 106 heykel ve Medici Çeşmesi bizi karşılıyor.
Versay Sarayı
Tarihi, mimarisi ve bahçeleriyle beş yüzyıllık ihtişama, politika ve yaşama ev sahipliği yapan Versay, 2.300 odası ve 63.154 metrekarelik alanıyla Avrupa’nın en büyük sarayı. Yapımına 1661 yılında başlanan, önceleri av köşkü sonrasında kraliyet sarayı, 1837’den itibaren ise müze olarak kullanılmaya başlanan saray, Barok ve klasik Fransız mimarisinin en güzel örneklerinden biri.
6 hektardan fazla bir alana yayılan saray bahçeleri bahçe düzenlemesi ve peyzaj mimarisi ile görenleri büyülüyor. Birçok tarihi filme ilham kaynağı olan yemyeşil bahçeler, görenleri hayran bırakan ağaç kümeleri, yolların perspektifi, teraslar ve çeşmeler bir araya gelip muhteşem bir geometrik bir düzen oluşturuyor.
Fransız İhtilali sonrasında Kral Louis XVI’nın sarayı terk etmesinden sonra müzeye dönüşen binanın içi de en az dışı kadar görkemli. Altın yaldız kaplı geniş salonların tavanından sarkan kristal şamdanlar, duvar resimleri ve rölyefler… Sarayın en ünlü bölümü, 73 metrelik Aynalar Galerisi, daha önce var olan ve Louis Le Vau tarafından inşa edilen terasın yerine yapıldı. Tüm salonu kaplayan aynalar ve Le Brun’un eseri olan tavan resimleri nefes kesici.
Aynalar Galerisi’nin güney ucuna gittiğimizde ise, 1678 yılında inşa edilmeye başlanan Savaş Odası’na ulaşıyoruz. Askeri zaferleri kutlamak için oluşturulan, mermer panellerle dekore edilmiş muhteşem odanın dikkat çeken özelliği ise altın kaplamalı bronz ganimet ve silah figürleri. Savaş Odasına simetrik olan Barış Odası ise, benzer mermer panellere sahip. Savaş odasından farklı olarak buradaki kubbe ve kemerler Avrupa’ya Fransa tarafından getirilen barışı simgeleyen temalarla bezenmiş.
Shakespeare and Co. Kitapevi
Richard Linklater’ın Before Sunset filmi, Woody Allen’ın Paris’te Geceyarısı, Nora Ephron’un Julie ve Julia filmlerinde gördüğümüz Shakespeare and Co., Paris’in 5. Bölgesinde Notre-Dame katedralinin hemen karşı kıyısında bulunuyor. Bohem Paris kütüphane kültürünü yansıtan 63 yaşındaki kitapevi açıldığı günden bu yana James Baldwin, Anaïs Nin, Max Ernest gibi unutulmaz yazarları ağırladı.
Bu kitapevinin dar koridorlarında kitapların arasında gezinmek adeta tarihe yolculuk yapmak gibi. Geçmişte yazarlara bedava kalma imkanı sunan Shakespeare&Co.’da hala rafların arasına gizlenmiş yatakları görüyorsunuz. Aradığınız kitabı aldıktan sonra kitapevinin hemen yanında bulunan, aynı adı taşıyan şirin kafesinde oturup kitabınızı bir kahve eşliğinde okuma fırsatını kaçırmayın.
Claude Monet’in Bahçesi
Empresyonist resmin ustası Claude Monet’in bahçe ve nilüfer tablolarında karşımıza çıkan Giverny’deki evinin bahçesinde gezerken kendinizi Monet tablosunda hissedeceksiniz. Yeşil merdivenli sarmaşık kaplı 2 katlı evde yaşadığı 1889-1926 yılları boyunca sanatçı, evinin bahçesinden aldığı ilhamla adıyla özdeşleşen en önemli sanat eserlerine imza attı.
Yeşilin her tonunu görebileceğiniz, rengarenk çiçeklerle dolu olan sanat tarihinin en ikonik bahçesi, Paris’ten 1 saat uzaklıkta bulunuyor. Bahçenin en can alıcı noktası ise Monet tablolarından aşina olduğumuz Japon köprüsü ve köprüyü çevreleyen eflatun-mor renkli çiçek kümeleri.
Claude Monet Vakfı tarafından işletilen ev, seyahat listenizin tepesine yerleşmeyi fazlasıyla hak ediyor. Bahçenin büyüleyici renkleri ve atmosferiyle bütünleşen, evin içindeki renk renk döşenmiş odalar evin içini en az dışı kadar benzersiz kılıyor.
Simge Erdoğan