Artcampus’te yer alan bir önceki yazımızda 15. yüzyıldan günümüze batı sanatında belli başlı akımları, yönelimleri ve üslupları incelemiştik.
Batılılaşma Sürecinden Günümüze Türkiye’de Resim Sanatı, 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nden başlayarak Cumhuriyet’in kuruluşu ve günümüze kadar uzanan dönemleri kapsıyor, Türkiye’de resim sanatının gelişimine ve günceline odaklanıyor. Bu bağlamda, Osmanlı’da yüzyıllardır süregelen minyatür sanatının neredeyse terk edilmesi ve Batı’ya olan ilginin artmasıyla tuval resmine geçiş başlıyor.
Bu yazıda 19. yüzyıldan günümüze kadar sanat tarihinde yer alan önemli sanatçı gruplarını ve sanat ortamını ele alıyoruz.
Batılı anlamda resim üreten ilk ressamlar;
18. Yüzyılda Osmanlı’da minyatür sanatının yanı sıra duvar resimlerinde belirmeye başlayan Batı etkisi yavaş yavaş 19. Yüzyılda yerini tuval üzerine yapılan portrelere, manzara ve natürmort resimlerine bırakmaya başlar. Bu dönemde Osmanlı’da askeri eğitim veren okullarda Avrupa’dan getirilen eğitimciler resim dersleri vermeye başlar. Harita çizimlerinde kullanılmak üzere öğrenciler desen öğrenir ve teknik çizimler yapabilmek için perspektifi uygulamaya başlar. Eski manzara kartpostallarını taklit ederek tuvallere aktaran sanatçılar bu dönem genellikle manzara konulu resimler üretir. Resme ve sanata ilgi duymaya başlayan asker kökenli bir çok öğrenci sarayın sanatı desteklemesiyle sanat eğitimi almak üzere Avrupa’ya gönderilir. 19. yüzyılda Paris’te aralarında Gérôme ve Boulanger gibi dönemin önemli sanatçılarının bulunduğu atölyelerde çalışan Ferik İbrahim Paşa, Hüsnü Yusuf ve Ferik Tevfik Paşa yağlıboya tekniği ile çalışan ilk Türk ressamlar kuşağındadır. Aynı zamanda Asker Ressamlar olarak da anılan bu sanatçılardan ikinci kuşak ressamlar, Osman Nuri Paşa, Halil Paşa, Şeker Ahmed Paşa, Hüseyin Zekai Paşa ve Süleyman Seyyid gibi sanatçılarla devam eder. Sanatçılar, Türkiye’ye döndükten sonra resim üretimlerinin yanı sıra okullarda sanat eğitimi verir. Bununla birlikte, aynı dönemlerde Avrupa’ya hukuk eğitimi almak için giden Osman Hamdi Bey, aynı dönemin en önemli sanatçılarındandır.
İstanbul’da Sanat Eğitimi ve Sanat Ortamı;
18. Yüzyılda askeri okullarda başlayan sanat eğitimi, 1883 yılında eğitime başlayan Osman Hamdi Bey öncülüğünde açılan Sanayi-i Nefise Mektebi (Mektebi Sanayi-i Nefise-i Şahane) Güzel Sanatlar Okulu) ile resim, heykel, mimarlık ve hakkaklık dersleri verilmeye başlar. Okulların dışında saraya Avrupa’dan getirilen yabancı sanatçıların verdiği sanat eğitimleri devam ederken, bir çok sanatçı atölyelerinin bulunduğu, elçiliklerde çalışan desinatör-ressamların sıklıkla ziyaret ettiği ve çevresinde yaşadığı Pera, dönemin sanat ortamının nabzını tutar.
1914 Kuşağı Sanatçıları;
1909-1910 yıllarında Sanayi-i Nefise’den mezun olduktan sonra bir kısım sanatçı resim eğitimi almak üzere Avrupa’ya özellikle Paris’te bulunan Julian Akademisi’ne gider ancak 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla geri dönmek durumunda kalır. Çallı Kuşağı ya da Türk İzlenimcileri olarak da adlandırılan bu sanatçı topluluğunda Avrupa’ya gitmeyip Sanayi-i Nefise Mektebi’nde eğitim görmüş sanatçılar da yer alır. Grubun adından da anlaşılacağı üzere İbrahim Çallı grubun önderi olarak nitelendirilir çünkü dönemin sanat ortamının en etkin figürlerindendir. Türk resminde manzara, natürmort ve figüratif resimlerin yaygınlık kazanması bu döneme aittir. Bununla birlikte bu grupta yer alan sanatçıların resimlerindeki özgün tavırlar, kişisel yorumlamalar ve Hoca Ali Rıza ile başlayan açık havada üretilen resimlerdeki doğal ışık ve renk uygulamaları dikkat çeker. Bununla birlikte, çıplak modellerle çalışabilme imkanı bulan sanatçılar çıplak/nü resimlerini sergileyerek Türk resmindeki tabuyu kırmayı da başarırlar.
1914 Kuşağı sanatçıları, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk Türk eğitimcileri olmaları açısından da önemlidir. İbrahim Çallı, Nazmi Ziya Güran, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Namık İsmail Avrupa’ya giden, Mehmet Ruhi Arel, Hikmet Onat ve Sami Yetik ise kuşağın Sanayi-i Nefise Mektebi’nde resim eğitimine devam eden sanatçılarındandır.
Müstakil Ressamlar;
Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk sanatçı grubu olan Müstakil Ressamlar, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde 1914 Kuşağı sanatçılarından, yani ilk defa Türk eğitimcilerinin verdiği eğitimden geçen sanatçı grubudur. Sanat eğitimlerini yurtdışında devam eden bu sanatçılar, ülkeye döndüklerinde öncelikle 1929 yılında ilk sanatçı derneği olan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ni kurarlar. Yurtiçinde, ilk kez İstanbul dışında ve yurtdışında çeşitli sergiler düzenleyerek gelişmekte olan Türk resminin tanıtılmasında ve yaygınlaşmasında önemli rol oynarlar. Bununla birlikte sanatçıların bireysel sanat anlayışlarına özgürlük tanınması, toplumda sanat beğenisinin yaygınlaştırılması ve devletin sanatçılara destek sağlaması Müstakil Ressamlar’ın başlıca gündemleridir. Gruba ait sanatçıların her birinin kendine özgü ifade biçimi ve konu seçimi bulunur. Genel olarak bakıldığında, sanatçıların bir önceki biçimsel olarak yapısalcı ve sağlam desen anlayışı ile ürettikleri yapıtlarında manzara, natürmort, figürlü kompozisyonların yanı sıra gündelik hayatı da betimledikleri gözlenir.
Müstakil Ressamları Grubu’nda; Şeref Akdik, Refik Fazıl Epikman, Cevat Dereli, Saim Özeren, Elif Naci, Hale Asaf, Mahmut Cuda, Nurullah Berk, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi gibi sanatçılar yer alır.
D Grubu Sanatçıları (1933-1947)
1933 yılında kurulan grup kendisini Türkiye’nin dördüncü resim gruplarından sayar ve bu sebeple Latin alfabesinin dördüncü harfi olan ‘D’ yi kullanarak kendilerini ‘D Grubu’ olarak tanımlar. D Grubu sanatçılarından bazılarının sanat eğitimi almak üzere gittiği Paris’te çalıştıkları André Lhote atölyesinde gördükleri eğitim ve Paris ortamı resimlerinde biçimsel anlamda önemli rol oynar. Yapısalcı ve temelleri güçlü resimsel öğeler kullanarak kendilerinden önce gelen 1914 Kuşağı sanatçılarının ‘izlenimci’ tutumuna karşı çıkarlar. Böylece, Sanayi-i Nefise’de eğitim gördükleri Türk eğitimci sanatçılara da karşı çıkmış olurlar. D grubu sanatçıları, yapısalcı eğilimlerinin ardından Rönesans ustalarından hareketle ürettikleri gerçekçi anlamda resim üslubuna bir süre geri dönerler. Bununla birlikte, sanatçıların yaşadıkları dönemin koşulları da ele alınarak bakıldığında, Avrupa’dan getirdikleri ve resimlerinde uyguladıkları parçalanmış formlardan oluşan kübist-inşacı betimlemeleri zamanla yok olur ve 1930lu yıllarda yükselen ‘milli kültür’ politikalarıyla sanatçılar resimlerinde ulusal ve halkçı bir yaklaşımı benimser.
Nurullah Berk, Abidin Dino, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu ve Zühtü Müritoğlu’nun kurduğu grup zamanla büyür ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, Turgut Zaim, Eşref Üren, Eren Eyüboğlu gibi sanatçıların katılımıyla büyür.
Yeniler Grubu
1941 yılında Avrupa’da sanat eğitimi almaya gitmeyen bir grup sanatçı Avrupa resim anlayışı etkisinden uzak kalarak kendi milli kaynaklarından beslenme eğilimine gider. Toplumsal-gerçekçilik anlayışının benimsendiği resimlerle Türk resmini sağlam bir temele oturtma girişimi vardır. Grupta yer alan sanatçıların belirledikleri bir tema çevresinde, ortak bir bilinçle ancak birbirlerinden farklı kendi özgün üsluplarıyla resimler üretip sergilerler. Grubun oluşumunda akademi sırasında eğitim aldıkları Léopold Levy önemli bir rol oynar. Resimde akademik üsluba karşı çıkan fikirleri Yeniler Grubu sanatçılarını etkiler ve genel olarak gruba bakıldığında akademik sanat anlayışının yanı sıra batı sanatından etkilenen ve resimlerinde bu etkiyi yansıtan sanatçılara karşı bir tutum sergilerler. Resimlerinde batılı anlamda üsluptan kopma olmasa da konu olarak toplumsal içerikli, yöresel gelenekler yansıtılır.
Nuri İyem, Avni Arbaş, Selim Turan, Nejat Devrim, Kemal Sönmezler, Turgut Atalay ve Abidin Dino grubu kuran sanatçılardır.
Onlar Grubu (1947-1952)
1947’de kurulan grup Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde eğitim alan öğrencilerden oluşur. İlk sergilerini Akademi’nin yemekhanesinde açan grubun amacı Anadolu’nun geleneksel öğeleri ile Batı resminin anlatım biçimlerini sentezleyerek yeni bir dil yaratmaktır. Resimlerine konu aldıkları gerçek çevreleri ile kullandıkları yöresel dil çağdaş sanatın soyutlamacı tutumluyla birleşir. Doğu ve Batı’nın sanatsal anlamda bir bileşimi olarak ayrılan grup sanatçılarının her biri özgün ifadesiyle ve konuları, anlatımları ve teknikleriyle farklı bir çizgiyi takip eder. Türk resim sanatında önemli bir yere sahip grup zamanda büyür, toplumsal bir hareket olarak bir süre devam eder ve 1952 yılına kadar sergiler açmaya devam ederler.
Leyla Gamsız Sartürk, Nedim Günsür, Fahrünnisa Sönmez, Mehmet Pesen, Mustafa Esirkuş, Hulusi Darptürk, Ivy Strangali, Turan Erol, Orhan Peker, Fikret Oytam gibi sanatçıların bir araya gelmesinden oluşur.
Tavanarası Ressamları (1951-1952)
1951-52 yılında kurulan ve Akademi’ye karşı çıkan Tavanarası Ressamları, Nuri İyem’in Asmalımescit’de bulunan atölyesinde çalışan bir grup sanatçıdan oluşur. Akademi’de öğretilenlere ve öğretim yöntemlerine karşı çıkan grup, gerçeğin birebir illüzyonunun yaratıldığı üsluptaki resmin tavrı ile sanatın, kitaplardan ve röprodüksiyon tekniği ile öğretilmesine de karşı çıkarak soyut bir tavra yönelir. Yeni olanın özgün olduğunu ve soyut sanatı savunan grup, Türk sanatında var olan kopyacılık anlayışına karşı da savaş verirken Akademik üslubun dışında resim üretim biçimlerine karşı duruşlara da tepki gösterir.
Nuri İyem, Ömer Uluç, Erdoğan Behsanavi, Haluk Muradoğlu, Ümid Mildon, Baha Çalt, Atıfet Hançerlioğlu, Seta Hisiş, Vildan Tatlıgil ve Atıp Yılmaz grup üyesi sanatçılarındandır.
Türkiye’de Soyut Resmin Başlangıcı, 1950’ler
Türkiye’nin tek partili dönemden çok partili döneme geçtiği siyasi ortam içerisinde, 1950’li yıllar, sanat alanında daha özgürlükçü, serbest ve kimlik arayışlarının görülmeye başladığı bir ruh halini barındırır. Türkiye’de soyuta yönelimin 1940’larda yavaş yavaş başlaması, 1950’lerde daha önceleri adı geçen Tavanarası Ressamları, Onlar Grubu, ve D Grubu sanatçılarının soyutlamacı üsluba odaklanmalarıyla gelişir. Soyut algısına genel olarak bakıldığında, kültürel zeminden kopmadan, yerel öğelerin resimlerde sıklıkla görüldüğü, sanatçıların geleneksel öğelerle batı resmine ait resimsel üslupları sentezleyerek resimlerinde özgün bir dil yarattıkları görülür. Bu süreçte, bazı sanatçılar ise çalışmalarında tamamen soyut üsluba yönelir. Tuvallerde figüratif olmayan, özgün ve zaman zaman sanatçının iç dünyasının da yansıtıldığı yapıtlar görülmeye başlar. Türkiye’de soyut sanat dilinin yerleşmesi, aralarında Nejad Melih Devrim, Fahrelnissa Zeid, ve Ferruh Başağa gibi Paris’te eğitim alarak Türkiye’ye dönen sanatçıların geometrik, dışavurumcu, lirik gibi farklı ifade biçimleri kullanarak ürettikleri resimleriyle paralellik gösterir. Bununla birlikte, 1954 yılında Aliye Berger’in soyutlamacı ve oldukça özgün bir üslupla betimlediği ‘Güneşin Doğuşu’ adlı resminin düzenlenen ‘İş ve İstihsal’ adlı sergide birinci olması, Türkiye’de Soyut Sanatın iyice yerleşmesinde önemli bir rol oynar. Biçimsel olarak çeşitliliklerin süregeldiği 1950’ler, bazı sanatçıların tekrardan figüratif resme dönmeleri, bazılarının ise giderek soyutlaştıkları ve sonunda tamamen soyuta ulaştıkları bir tavırda gelişir.
Paris’e giden sanatçılar dışında, Abidin Elderoğlu, Şemsi Arel, Arif Kaptan, Sabri Berkel gibi sanatçıların hat sanatından yola çıkarak soyutladıkları kompozisyonları; Adnan Turani, Eren Eyüboğlu ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun geleneksel motiflerden yola çıkarak gösterdikleri soyutlama eğilimleri de yine bu yıllarda başlayarak 1970’li yıllara kadar devam eder.
1960’lar, ‘Toplumsal-Gerçekçi’ Konular, ‘Özgün’ Üsluplar:
1950’li yıllarda başlayan soyut eğilimler 1960’lı yıllarda da devam ederken, Türkiye’de gelişen siyasi olaylar ve gelişmeler sonucu kimi sanatçılar konu olarak ‘Toplumsal- Gerçekçi’ resimlere yönelir. Bu yönelim tamamen üslupsal olarak benimsenen bir tavır olmamakla birlikte, sanatçılar; göç, Anadolu, köy ve şehir hayatı gibi konuları ele aldıkları resimlerini özgün tavırlarla üretirler. Kimi resimlerde hayali, fantastik öğeler sosyal içerikli konularla bir arada izleyici karşısına çıkarken, kimi kompozisyonlarda ise üslupsal özgünlükler dikkat çeker. Bu dönemde varlığını sürdüren sanatçılardan Neşet Günal, devasa boyutlarda ürettiği kırsal hayatı konu alan resimlerinde köy yaşamının, insanların geniş bir portresini çizer. Yine aynı dönemde kırsaldan şehre göç ve özellikle maden işcilerinin hayatlarını konu alan toplumsal gerçekçi konularda resimler üreten sanatçı Nedim Günsür, aynı dönemde yapıtlar üretir. 1960’larda, yozlaşan değerleri, toplumsal eleştiri ve toplumsal psikoloji konularını hicivli bir üslupla ele alan sanatçı, Cihat Burak ise resimlerinde kullandığı öyküsel anlatımı fantastik bir kurgu içerisinde izleyiciye aktarır.
1968 Kuşağı Sanatçıları
1968 Kuşağı Sanatçıları, özgün üslupları ve devlet karşıtı sanatın en önemli temsilcileri olmalarıyla Türk sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1968 döneminde son kuşak olarak Paris’e giden bu sanatçılar, Türkiye’de 1960 darbesi, Paris’te 1968 Mayıs olaylarına tanık olurlar. Kendilerini grup olarak tanımlamayan ancak yaşadıkları siyasi dönem, eğitim ve sosyal çevre olmak üzere ortak bir paydada birleşen bu sanatçılar, o zamana kadar betimlenen geleneksel figür yaklaşımına yeni bir boyut kazandırır. Her birinin kendine has tavrı, özgürlükçü, kimi zaman ifadeci yaklaşımı dikkat çeker. Özellikle deforme edilmiş formlardan oluşan figürler, resimlerinde sorguladıkları kimlik kavramı, fanteziler ve sanatçının iç dünyası yansıtılır. Gündelik hayattan ve olaylardan beslenen sanatçılar, resimlerinde toplumsal eleştiriyi hicivli bir biçimde uygular. Hayatı ve sanatı iç içe gören bu kuşak sanatçıları, kimi zaman kendilerine de yer verdikleri kompozisyonlarıyla dikkat çeker. 1968 kuşağı sanatçılarının yenilikçi ve özgür tavırları Türk sanatının gelişiminde önemli bir rol oynar.
Mehmet Güleryüz, Neş’e Erdok, Alaettin Aksoy, Komet ve Utku Varlık 1968 Kuşağı Sanatçıları arasında yer alır.
Türkiye’de 1960’ların sonu ve 1970’li yıllarda geleneksel anlamda resim ve heykel dışında yeni eğilimler: Füsun Onur ve Altan Gürman
Hem biçimsel hem de konu olarak çeşitliliğin hakim olduğu 1970’li yıllar, figüratif resim ve soyut resim arasındaki çekişmeler, akademinin geleneksel öğelerden oluşan yaklaşımını benimseyen sanatçılar ve buna karşı olarak tamamen özgürlükçü bir üslup benimseyen sanatçıları içerisinde barındırır. Tuval resmi dışında hazır-nesneler karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra, yerleştirmeler ve heykel alanında yenilikçi tavırlar ile ‘kavram’ın sanata girmesi dikkat çeker. Kimlik arayışları, yurt dışında eğitim alan sanatçıların özgün eğilimleri, varoluşçuluk akımına duyulan ilgi, yerelci ve toplumcu eğilimler gibi bir çok farklı yaklaşım yine bu dönemde gerçekleşir. Yapıtlarıyla Türkiye’de sanat ortamının gelişmesine önemli katkıları olan ve Türk sanatının çağdaşlaşma sürecinde rol oynayan Füsun Onur ve Altan Gürman yenilikçi ve sanatın özüne yönelik araştırmalar yaptıkları çalışmalarıyla dikkat çeker.
Füsun Onur, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Yüksek Heykel Bölümü’nde eğitim aldıktan sonra Maryland Sanat Enstitüsü’nde yüksek lisans eğitimine devam eder ve sonrasında Türkiye’ye geri döner. 1970’lerde sanatın özünü evrensel mekan ve zaman üzerinden sorguladığı heykelleri ve yerleştirmeleriyle zamanın en aykırı figürlerinden biridir. Onur’un sanatının anlaşılmasının on yılı aşkın süreye ihtiyaç duyması da zamanın sanat ortamıyla ilgili ipuçları verir. Heykelin dilini sorguladığı ve form ilişkilerine odaklandığı çalışmalarında, heykelin kapladığı alanda, doluluk- boşluk, organik-geometrik, yataylık- dikeylik kavramları üzerine araştırmalar yapar. İlk dönem heykelleriyle çizgi, yüzey gibi öğeler arasındaki geçişleri sorgular. Heykellerini üretirken kullandığı minimal tavır, zamanla sıradan, basit hazır nesneleri de içerisine alan yerleştirmelerinde de devam eder. Füsun Onur, eski İstanbul kültürüne ve o kültüre ait imgeleri nostaljik bir tavırla ilettiği çalışmalarında kullandığı malzeme çeşitliliğiyle özgün üslubuyla Türkiye’de sanat algısına yepyeni bir boyut getirir.
Altan Gürman, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Resim Bölümü’nde eğitim aldıktan sonra Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda resim ve özgün baskı alanlarında öğrenim görür. Gürman, resim ve heykel dışında yapıtlarında kullandığı ‘nesne’ leri bir ifade biçimi olarak kullanır. ‘Resim nedir? Pentür nedir?’ sorularıyla sanatın özünü sorgulayan sanatçı, sıklıkla kullandığı kamuflajlar, asker figürleri, bürokrasiye referans verdiği kapitonelerle sanatın sınırlarının yanı sıra Türkiye’de siyasi dönemin izlerini sürerek otorite kavramını da ele alır. Boyaların ve nesnelerin bir arada kullanıldığı, kolaj ve montaj tekniği ile ürettiği yapıtlarında kullandığı dil, araç ve teknikler çeşitlilik gösterir. Gürman, Türk sanatında ‘nesne’ kullanımında verdiği sıra dışı örneklerle ardından gelen kuşaklara öncülük eder ve Türkiye’de çağdaş sanatın gelişimine önemli bir katkı sağlar.
Türkiye’de Çağdaş Sanatın Gelişiminde Etkili Paris’te Yaşayan İki Önemli Figür: Sarkis ve Nil Yalter
Güzel Sanatlar Akademisi’nde aldığı eğitim sonrası, 1960’lı yıllarda Paris’e yerleşen sanatçı Sarkis, İstanbul’da ilk kez 80’li yıllarda eserleri sergilenmiş olsa da günümüz sanatının gelişiminde ve ardından gelen kuşaklar üzerindeki etkisi çok büyüktür. Gündelik nesnelerden oluşan yerleştirmeleri, yapıtlarında kullandığı ses ve endüstriyel malzemelerle; savaş, anı ve bellek konularına odaklanan sanatçı, ardından gelen birçok sanatçının kavramsal yapısını oluşturmasına temel bir rol oynar.
Paris’e 1960’lı yıllarda yerleşen ve 70’ler itibariyle ürettiği video, performans ve yerleştirme çalışmalarıyla tanınan sanatçı, Nil Yalter ise Türkiye’deki sosyo-kültürel, politik ortamdan beslenerek ürettiği çalışmalarında kadın meseleleri, göç ve kimlik konuları üzerine odaklanır. Nil Yalter’in eserleri Türkiye’de ilk kez ancak 1990’lı yıllarda sergilenir.
Amerika’dan Türkiye’ye; Tosun Bayrak, Burhan Doğançay ve Erol Akyavaş;
1960’lı yıllarda Amerika’ya yerleşen sanatçılar arasında yer alan Tosun Bayrak, yerleştirmeleri ve sıra dışı performanslarıyla dikkat çeker. Türkiye’deki sanat ortamından uzak kalan sanatçı, 1960’larda gelişen radikal sanat hareketleri sırasında, New York sokaklarında gerçekleştirdiği performanslarıyla zamanın ruhuna ayak uydurarak izleyiciyi şaşırtan çalışmalar üretir.
Diğer isimler, Burhan Doğançay ve Erol Akyavaş ise Amerika’da sanat piyasasındaki aktifliklerinin yanı sıra, Türkiye’deki sanat ortamında da varlıklarını gösterirler. Burhan Doğançay’ın şehir duvarlarının fotoğraflarını çekerek arşivlediği sokaklar ve şehirlerden izler taşıyan fotoğrafları zengin bir dille resimlerine yansır. Doğançay’ın çalışmaları zamanla daha soyut bir dile dönüşür. Kat kat yırtılarak açılan yüzeyler, bu yırtılan alanların altından çıkan başka katmanlar ve bunların arasında beliren imgeler, sloganlar, afiş parçaları ve fotoğraflardan oluşan yüzeylere rastlanır. Mimarlık eğitimi alan sanatçı, Erol Akyavaş ise kaleler, kentler ve kent algısı üzerine odaklanırken, fantastik olarak nitelendirilen çalışmalarında kendi iç dünyasına da yer verir. Gelenekler ve İslam kültürüne ait hat sanatından, minyatürlerden aldığı görsel kültüre ait imgeleri, sembolleri ve işaretleri resimlerinde sıklıkla kullanır.
1970’ler; Popüler Kültüre Ait İmgelerin Resimlere Yansıması:
1960’larda toplumsal-gerçekçi konulara geri dönme eğilimi, bir sonraki kuşaktan gelen sanatçıların çalışmalarında devam ederken, gerçeklik kavramını üslupsal bir tutuma çeviren ve popüler kültürden aldığı görüntüleri foto-gerçekçi bir biçimde tuvallerine aktaran Nur Koçak, Türkiye’de Pop Sanat denince akla gelen ilk isimlerden biridir. Akademideki eğitim hayatı süresince ‘fotoğraf gibi’ resimden kaçınmak durumunda kalan ve Paris’e gittikten sonra, dünyada da hüküm süren foto-gerçekçilik akımını gören sanatçı; dergilerden, reklamlardan, afişlerden aldığı tüketim kültürüne ait parfüm şişeleri, rujlar, ojeler, iç çamaşırları gibi kadını süslemeye yarayan objelere ait imgeleri birebir tuvallerine aktarır.
Nur Koçak’ın resimlerindeki asıl meselesi, kadının kullanım nesneleri veya kadının nesne olarak kullanımıdır. Nur Koçak dışında Özdemir Altan da özellikle 1970’li yıllarda gerçekçi üslupla ve kolaj tekniği kullanarak ürettiği resimlerinde arabaları, insanları ve gündelik nesneleri foto-gerçekçi bir tavırla betimler. Altan, daha sonraki dönem resimlerinde daha soyutlayıcı tavrıyla dikkat çeker.
Türkiye’de Pop kültürünün ‘arabesk’ ve ‘star’ gibi kavramların gelişmesiyle 1970-1980’li yıllarda Gülsün Karamustafa da popüler kültürden beslenerek ürettiği resimleri ve kolajlarında dönemin popüler kültürüne ait kişilerine/imgelerine yer vererek ‘arabesk’ kültürüne odaklanır. Sanatçı bu dönemde resimlerine verdiği isimleri de arabesk kültüründen alır.
1970’lerden 80’lere, Türkiye’de Önemli Sergiler, Sanatçılar ve Sanatçı Toplulukları:
1977- 1987 yılları arasında, iki yılda bir Güzel Sanatlar Akademisi tarafından düzenlenen ‘Yeni Eğilimler’ adlı sergiler, Türkiye’de kavramsal sanatın gelişiminde ve sanatta yeni yönelimlerin izlenmesi açısından önemli bir role sahiptir. Bu sergiler sayesinde sadece bitmiş bir yapıta değil, sanatçının üretim sürecine de tanık olan izleyici, birçok tekniğin yanı sıra kavramsal sanatın en yeni örneklerini ve son eğilimlerini bu sergiler aracılığıyla izler. ‘Yeni Eğilimler’ sergileri her ne kadar Güzel Sanatlar Akademisi tarafından düzenlenmiş ve seçilen sanatçılara ödül verilmiş olsa da katılan sanatçıların, akademik eğitimin/anlayışın dışına yönelmeleri önemlidir. Aralarında Şükrü Aysan, Gülsün Karamustafa, Ayşe Erkmen, Füsun Onur gibi sanatçılar katıldıkları bu sergilerle öne çıkar. Sergilerde yer alan yapıtlarda; sanatın sınırlarının yanı sıra, mekan üzerine odaklandıkları ve yeni kullandıkları malzemelerin limitlerinin sorgulandığı, bunun yanı sıra gelenek, kültür, kimlik, etnik köken gibi kavramların ele alındığı çalışmalar üretilir.
1978 yılında Şükrü Aysan, Ahmet Öktem, Serhat Kiraz ve Avni Yamaner’in kurduğu Sanat Tanımı Topluluğu (STT), kavramsal sanatın Türkiye’de tanıtılması açısından önemli bir rol oynar. Sanatın doğası üzerine odaklandıkları çalışmalarda sanatın anlamı üzerine düşünmeye yönlendiren minimal ve kavramsal işler üretirler. Bu topluluk içerisinde yer alan sanatçılardan Serhat Kiraz, ‘beyaz küp’ ü sorguladığı, çevresi ve izleyici ile etkileşime giren işler üreten öncü sanatçılar arasında yer alır.
1984-1988 yılları arasında düzenlenen ‘Öncü Türk Sanatı’ndan Bir Kesit’ sergileri ise resimden heykele, heykelden yerleştirmeye, fotoğraf ve daha birçok teknikte eser üreten bağımsız sanatçıları bir araya getirir. ‘Yeni Eğilimler’ sergilerinde olduğu gibi bir komitesi ya da sonunda bir ödüllendirme sisteminin bulunmadığı sergiler, ortak kararla sanatçılar kabul eder. Tomur Atagök, Hüsamettin Koçan, Yusuf Taktak, Serhat Kiraz, Füsun Onur, Ayşe Erkmen, Canan Beykal, Cengiz Çekil ve Gülsün Karamustafa gibi sanatçıların aralarında bulunduğu bu sanatçı organizasyonun düzenlediği ses getiren sergiler İstanbul’da sanatın nabzını tutarken, 1980’lerden 1990’lara öncü eğilimlerin altını çizer.
1989 sonrasında bir sonraki nesilden de katılan sanatçılar bir araya gelerek A,B,C,D adlı sergiler düzenlemeye başlar. Ayşe Erkmen, Serhat Kiraz, Füsun Onur, Canan Beykal, Alpaslan Baloğlu, Cengiz Çekil, Osman Dinç, Ahmet Öktem, Ergül Özkutan, İsmail Saray, Selim Birsel ve Adem Yılmaz, Türkiye’de postmodern ve kavramsal sanatın öncüleri olmalarıyla dikkat çekerler. Anı, bellek, savaş, kimlik, kültür ve doğa ile sanatsal pratiğin ontolojisini işleyen konularıyla gündeme gelen sanatçılar 1990’larda Türk sanatına alternatif bir bakış açısı katar.
Yeni-Dışavurumcu: Bedri Baykam ve 90’larda Alternatif Soyut Eğilimler:
1980’li yıllarda Yeni-Dışavurumcu resimleri ve yerleştirmeleriyle öne çıkan Bedri Baykam, Amerika ve İtalya’da yaygınlaşan bu akımın öncü sanatçılarındandır. Yapıtlarında kişisel, toplumsal ve güncel meseleleri ele alan sanatçı kadın figürü, kendi portrelerinin bulunduğu kompozisyonlar ile erotik imgelerden oluşan kışkırtıcı resimler üretir. Batı resmine eleştiride bulunduğu ‘bu önceden yapılmıştı’ sloganı kullanarak ürettiği resimlerinde, Batı sanatının önemli eserlerinin taklitlerini betimleyerek her şeyin yeniden üretilmekte olduğunun altını çizer.
1990’larda soyut resimleriyle öne çıkan Kemal Önsoy, çalışmalarında öyküsel, tarihsel ve bedensel birikimin tarihini katmanlar halinde, soyut bir dille tuvallerine aktarır. Mehmet Gün’ün kompozisyonlarının merkezinde asılı duran renk, leke ve çizgilerden oluşan soyut çalışmaları tarih, edebiyat, müzik ve felsefe çevresinde soyut gelişir.
Canan Tolon, 1990’larda doğanın tahribatı ve ölmekte olduğundan yola çıkarak ürettiği devasa boyutlu resimlerinde kullandığı organik malzemelerle dikkat çeker. Tolon’un yapıtlarında üzerinde durduğu ‘dönüşüm/değişim’ kavramları kullandığı doğal malzemelerin zamanla değişmesi ile doğru orantılıdır. Canan Tolon, sanayileşme ve bunun yarattığı problem üzerine de çalışmalar üretir.
1990’lardan 2000’lere:
1980’lerde düzenlenen sergiler, açılan yeni galeriler, sanatçı toplulukları, 1987 yılında düzenlenmeye başlayan İstanbul Bienali ve yurtdışına sergilere gönderilen sanatçıların hem uluslararası ortamda hem de yurtiçinde kendilerini göstermeleriyle, 1990’lı yıllarda, sanatçıların daha özgürlükçü ve ‘kendine güvenen’ bir yaklaşımla yapıtlar ürettikleri söylenebilir. Genel olarak bakıldığında bu yıllarda; göç, yurt, militarizm, ulusçuluk, kimlik, cinsiyet, politika, çok kültürlülük, globalleşme gibi kavramların yanı sıra sanat sisteminin sorgulandığı ve eleştirildiği yapıtlar üretilir.
1995-1998 yılları arasında Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin düzenlediği ‘Genç Etkinlik’ sergilerinde işlenen ‘Sınırlar ve Ötesi’, ‘Yurtsuzluk’ ve ‘Kaos’ gibi konular, genç nesil sanatçılara özgürlükçü ifade tavırları sunar. Halil Altındere, Erim Bayrı, Taner Ceylan, Elif Çelebi, Nazım Dikbaş, Esra Esen, Genco Gülan, Cengiz Tekin ve Vahit Tuna gibi bugün de sanat ortamında aktifliğini sürdüren sanatçıların görünürlükleri bu dönemde artmaya başlar. Bu sanatçılar arasında, çoğunlukla politik, sosyal ve kültürel kodlar üzerine çalışmalarını üreten sanatçı Halil Altındere, kimlik sorunu, etnik köken ve baskıcı sisteme karşı direnişi konu alırken, 2000’lerden sonra ürettiği çalışmalarında, gündelik hayatın içerisinden, olağan ancak ‘garip’ görüntülerle izleyici karşısına çıkar.
1990’lı yıllarda Türkiye’de yerleştirme sanatının öncülerinden Hale Tenger, atık malzemelerden ve hazır nesnelerden ürettiği yapıtlarında zaman, yabancılaşma ve iletişim kavramlarını toplum- birey, Doğu- Batı, Geçmiş-Gelecek bağlamında ele alır. Aynı dönemlerde yapıtlar üreten Bülent Şangar, fotoğraf serilerinde ataerkil kültürün sadece bireysel bağlamda değil sosyal boyuttaki baskınlığının altını çizerken, Aydan Murtezaoğlu, değindiği bellek ve kent konuları üzerine yoğunlaşarak Türk kültürü, inançları, aile yapısı ve geleneklerine ait imgeleri mizahi bir kurgu içerisinde ele aldığı fotoğraflarıyla da dikkat çeker.
90’lardan Günümüze, Kadın Meseleleri:
Dünyada 1960’ların baskın feminist hareketi Türkiye’de görülmez, ancak 70’lerde ve 80’lerde görülmeye başlayan, kadın bedenine ve kimliğini ele alan yapıtlar, 90’lı yıllarda oldukça artar. Namus davalarının, kadına şiddetin, eşitsizliğin, ayrımcılığın, ötekileştiriciliğin, baskıcılığın irdelendiği yapıtlar üretilir. Canan (Şenol), Nur Koçak, Nil Yalter, İpek Düben, Şükran Moral, İnci Eviner, Gül Ilgaz, Nazan Azeri ve Nezaket Ekici gibi farklı disiplinlerde eserler üreten sanatçılar cinsiyet meselelerine odaklandıkları yapıtlarıyla gündeme gelir.
Canan’ın fotoğraf, video, performans gibi farklı disiplinleri kullanarak minyatürler, eski fotoğraflar ve görsel kültüre ait imgelerden yola çıkarak ürettiği yapıtlarında kadın bedeni, kadın olmanın getirdiği koşullara belli kanonlar üzerinden odaklanması dikkat çeker.
Şükran Moral ise gerçekleştirdiği performanslarla, ataerkil toplum içerisinde kadının ikinci plana atılmasını ele alırken, sanatçı kendi bedeni üzerinden toplum içerisinde kadın kimliğini, bedenini, rolünü irdelediği performanslarıyla izleyiciyi karşısına çıkar.
Heykel ve Fotoğrafın Gelişimi
1980’li yıllarda düzenlenen alternatif sergilerle birlikte heykel alanında da farklı eğilimler izleyiciyle buluşur. 90’lı yıllarda artan özel ve kamusal alan projeleri, bienaller ve galeriler sayesinde farklı disiplinlerde üretilen eserlerin görünürlüğü de artar. Ali Teoman Germaner, Saim Bugay, Mehmet Aksoy, Seyhun Topuz, Meriç Hızal, Ferit Özşen, Koray Ariş, Osman Dinç, Rahmi Aksungur ve Erdağ Aksel gibi sanatçıların heykel alanına getirdiği özgün üsluplar 90’lı yılların ve takiben 2000’lerin sanat ortamına yeni bir soluk getirir. Seyhun Topuz, heykelleri aracılığıyla ürettiği, doğada karşılaşılamayacak formları matematiksel bir düzen ve fikirle tasarlayarak izleyici karşısına çıkar. Yapıtlarında yalın ve geometrik bir dil kullanan sanatçı, çalışmaları aracılığıyla mekan kavramına dair de önermeler sunar.
Erdağ Aksel’in koltuk değnekleri, sehpalar, raflar gibi hazır nesneler ve çeşitli metalleri bir arada kullandığı büyük boyutlu heykelleri, nesnelerin söylediği sözler, bellek ve hatırlamak üzerine düşündürürken sanatın ve sanat üretiminin sınırlarını sorgular. Osman Dinç’in inançlar ve efsanelerden yola çıkarak ürettiği heykelleri tarih öncesi ilkel araçları ve heykelleri anımsatırken, durdurulmuş hareketin en iyi örneklerindendir. Dinç heykellerinde varlıktan öte bir anlam taşımayan heykellerinde malzemeyi ön planda tutar.
1980’lerden sonra artan kavramsal yaklaşım ile fotoğraf sanatında yeni yönelimler oluşur. Fotoğraftan sinemaya kayan sanatçıların yanı sıra gerçeküstücü bir dil kullanan sanatçıların varlığı izlenir. Şahin Kaygun, Orhan Alptürk, Arif Aşçı, Adnan Ataç, Emine Ceylan, Nuri Bilge Ceylan, Sıtkı Kösemen, Adnan Veli Kuvanık ve daha bir çok sanatçının görünürlüğü 90’lı yıllarda artış gösterir. 1990’lı yıllarda fotoğraf alanında öne çıkan Ahmet Elhan’ın imgenin sembole dönüşümünü ele aldığı fotoğraflarında zaman, obje ve mekan içerisinde bir araya gelen kavramları sorgular. Elhan, 2000’lerde imgeyi bozup yeniden yapılandırdığı çalışmalar üretir. Aynı dönemden bir diğer sanatçı, Nazif Topçuoğlu’nun 90’lı yıllarda sakatatlı natürmortları gerçeküstücü bir biçimde izleyici karşısına çıkarken sanatçının daha sonra ürettiği ‘Okuyan Kızlar’ serisi ise Türkiye için modernist yaklaşıma iyi bir örnektir. 2000’li yıllarda Murat Germen’in aşırı kentleşmenin getirilerinin izlerinin sürüldüğü fotoğrafları, insanın doğada neden olduğu tahribata odaklanır.
Fotoğrafın yanı sıra videolarıyla da bilinen sanatçı Gül Ilgaz’ın kimlik, coğrafya, bellek ve cinsiyet gibi konulara odaklandığı ve bireysel deneyimlerinden yola çıktığı çalışmalarında kadınlık halleri de incelenir. Neriman Polat ise sosyal, kültürel ve politik meselelere odaklandığı çalışmaları aracılığıyla kişisel ve kolektif bir arşiv oluşturur.
Hafriyat, Oda projesi, Apartman Projesi
1990’lı yılların sonunda başlayan sanatçı inisiyatifleri sanatçıların bir araya gelerek, ortak bilinçle, özgün işler üretebildikleri ve bunları sergileyebildikleri alanlar açmalarını sağlar. Sanat kurumları dışında kendi mekanlarını belirleyen inisiyatifler günümüz sanatının gelişimine önemli katkı sağlar.
Türkiye’nin ilk sanatçı inisiyatiflerinden biri olan Hafriyat 1996 yılında kurulur. Hakan Gürsoytrak, Antonio Cosentino, Murat Akagündüz ve Mustafa Pancar’ın kurduğu inisiyatif, Kent Gözlemcileri olarak tanınır. Kente dair imgeler sanatçıların çalışmalarında bireysel tecrübe ettikleri anlar ve anılara dayanır. Popüler kültürün birer sonucu olan simgeleri ve bu simgeler bağlamında pratik yaşamın tanımını irdelerler. Daha sonra gruba katılan İrfan Önürmen, Nancy Atakan, Extramücadele (Memed Erdener), Ceren Oykut, Fulya Çetin ve daha birçok sanatçı Hafriyat sergilerinde yer alır. Grup, 2007 yılına kadar farklı mekanlarda sergiler düzenler ve 2007’de Karaköy’de açtığı kendi sergi mekanıyla varlığını sürdürürken 2011 yılında kapanır.
1999 yılında İstanbul’da Selda Asal tarafından kurulan bir diğer inisiyatif, Apartman Projesi kar amacı gütmeyen bir kuruluş olarak açılır. Yol deneyimi ve araştırmaya dayalı mobil atölyeler, performatif ve deneysel çalışma modellerine alan açan Apartman Projesi, farklı ülkelerden sanatçılar arasında bir köprü kurar ve kurduğu bu bağı Türkiye’nin farklı illerinde gerçekleştirdiği projelerle sanatı ve sanatçıyı farklı kesimlere sunar. İstanbul’da 2011 yılına kadar etkinlik gösteren Apartman Projesi varlığını bugün Berlin’de sürdürür.
2000 yılında, Özge Açıkkol, Güneş Savaş ve Seçil Yersel’in kurduğu Oda Projesi, Galata’da açılan kar amacı gütmeyen bağımsız bir mekan olarak ortaya çıkar. Birçok sergi ve etkinliğe ev sahipliği yapan Oda Projesi, İstanbul’u ve çevrelerinde yaşayan mahalle sakinlerini de kattıkları projelerle komşu ilişkilerini güçlendirerek birlikteliği, beraberliği ve etkileşimi arttıran projelere imza atar.
2000’ler, Özgün ve Farklı Diller
2000’li yıllarda resimde yeni estetik arayışların başlaması, sanatla zanaat arasındaki ilişkinin iç içe geçmesi ve sanatçıların resim, video, yerleştirme gibi birçok disiplini bir arada kullandığı çalışmalar üretmesi söz konusudur. Leyla Gediz, Ansen Atilla, Ekin Saçlıoğlu, Elif Uras, Ekrem Yalçındağ, Haluk Akakçe, Hakan Onur, Ramazan Bayrakoğlu’nun kendine özgü üslup ve teknikle ürettikleri çalışmaları dikkat çeker.
Leyla Gediz’in kendi süzgecinden geçirerek betimlediği günlük yaşama ait imgeler özgün bir üslupla tuvallerine yansır. Ramazan Bayrakoğlu’nun tuval üzerine diktiği soyut kumaş parçalarıyla oluşturduğu portreleri belirli bir mesafeden bakılınca hiper-gerçekçi imgeler oluşturur.
Resim dışında farklı teknikleri bir araya getiren Ansen Atilla ise yapıtlarında kurguladığı sahnelerdeki ironik yaklaşımıyla izleyiciyi düşündürmeyi amaçlar. Haluk Akakçe’nin izleyicinin algısıyla oynadığı soyut resimlerinde, animasyon videoları ve iki boyutlu yüzey çalışmalarında kimlik, zaman ve değişim temalarına odaklanır, izleyiciye farklı evrenler sunar.
Sena Arcak Bağcılar
Kaynakça:
Düben, İpek, ‘Türk Resmi ve Eleştirisi 1880-1950’, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007
Düben, İpek, Yıldız, Esra, ‘Seksenlerde Türkiye’de Sanat: Yeni Açılımlar’, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008
Pelvanoğlu, Burcu, ‘Pek Kronolojik Olmayan Hayatımız, Türkiye’de Modernleşme ve Sanat’, Corpus Yayınları, 2017
Antmen, Ahu; Akay, Ali; Baykal, Emre; Unleashed, Contemporary Art From Turkey, TransGlobe Publishing, 2010
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, Yem Yayınları, 1997
Buraya tıklayarak Rönesanstan Modern Sanata; Akımlar ve -izmler adlı içeriğimize de ulaşabilirsiniz.