Prof. Dr. Aylin Seçkin, Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde yürüttüğü Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında düzenlediği röportaj serisinin ilkini dünyaca ünlü müzayedeci, küratör, koleksiyoner ve danışman Simon de Pury ile gerçekleştirdi. Sanat ve kültür ekonomisi alanında yürüttüğü çalışmalar ile Türkiye’deki sanat sektörünün nabzını yakından tutan Seçkin’in ulusal ve uluslararası sanat aktörleriyle buluşacağı konuşmalar sanat yazarı ve koleksiyoneri Kenny Schachter ve koleksiyoner Stefan Simchowitz ile devam ediyor.
Seçkin’in Bilgi Üniversitesi’nde ekonomi bilimini spor, sanat, internet gibi alt başlıklar özelinde incelediği derslerinin yanında araştırmalarına ve çeşitli kültür-sanat kurumlarında düzenlediği konuşmalara devam ediyor. Kültürel ekonominin kavramlarına odaklanarak, sistem içerisindeki aktörler, yaratıcı endüstrilerin kapsamı, sanat sektörünün gelişimi ve analizi gibi konulara değinen Seçkin, Murat Pilevneli, Agah Uğur ve Olgaç Artam gibi geçmiş dönem konuklarıyla derse aynı zamanda daha da geniş bir bakış açısı katıyor.
Müzayede Dünyasının Süperstar’ı Simon de Purry
15 Ekim 2020
Sanatçı olmak amacıyla başladığı sanat kariyerine, uluslararası sanat dünyasının en tanınan isimlerinden biri olarak devam eden İsviçreli Simon de Pury, Japonya’daki sanat eğitiminin ardından Sothbey’s Institute’teki çalışmaları ile devam etti. Uzun yıllar Sotheby’s’in baş müzayedecilerinden biri olan Pury, dünyanın en büyük özel sanat koleksiyonları arasında yer alan Thyssen-Bornemisza Koleksiyonu’nun küratörlüğünü ve kariyerinin ilerleyen dönemlerinde Phillips de Pury & Company müzayede evinin yönetimi ve baş müzayedecilik görevlerini yürüttü. “The Auctioneer: Adventures in the Art Trade” kitabı ve katkı sağladığı çeşitli sanat belgeselleri ile global sanat sektöründeki deneyim ve birikimlerini paylaşan Pury, bağımsız olarak çalışmalarına devam ediyor.
Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında çevrimiçi toplantı yoluyla bir araya gelen ikili, müzayede evlerinin bugünü ve yarını, sanat sektörü ile teknolojinin kesiştiği alanlar, bir deneyim olarak sanatın evrileceği nokta, yakın zamanda gerçekleşen önemli müzayede anları ve genç sanatçılar hakkında detaylı bir söyleşi gerçekleştirdiler. Konuşmanın detaylı bir özetini sizler için hazırladık.
Aylin Seçkin: Öncelikle beni çok etkileyen bir açıklamanız ile başlamak istiyorum, “Ben bir iş değil bir yaşam şekli seçtim”, bu sözünüzden hareketle bize bu alana nasıl yöneldiğinizden bahsedebilir misiniz?
Simon de Pury: Sanat piyasasında elli yıl önce çalışmaya başladım. Evet, tam olarak sizin de söylediğiniz gibi bu işe bir meslek olarak değil hayatı yaşamayı seçtiğim yol olarak bakıyorum. Küçük bir şehir olmasına rağmen sanat ve kültür hayatının yoğun bir şekilde yaşandığı İsviçre’nin Basel kentinde doğdum. Çocukluğumda ebeveynlerim bizi sıklıkla müze ve galeri sergilerini izlemeye götürürlerdi. Şimdi sahip olduğum sanat, futbol, müzik ve dans gibi tutkularım gençlik yıllarımda şekillendi ve benimle bugüne kadar geldi. Her ne kadar doğam gereği biraz tembel olsam da, ilgimi çeken işler ile uğraştığım için hiçbir zaman çalıştığımı hissetmedim.
AS: Geçtiğimiz günlerde Ekonomi dalında Nobel Ödülü Paul Milgrom ve Robert Wilson’ın Müzayede Teorisi üzerine çalıştıkları araştırmaya verildi. Sizce iki ekonomistin ofislerinde ürettikleri bu teori müzayede salonlarının doğal işleyişine uygulanabilir mi? Ve ne kadar sıklıkla iki rakibin bir sanat eseri üzerine karşılıklı teklifler verirken “kazananların laneti” olarak da bilinen durum ile yüzleşmek durumunda kaldığını gördünüz? Bu denklemde her ne kadar kazanan eserin sahibi olsa da ödenen meblağ öngörülenin çok daha üzerinde oluyor.
SDP: Bu kadar önemli bir ödülü Müzayede Teorisi üzerine çalışan iki ekonomistin kazanması beni oldukça heyecanlandırdı. Henüz araştırmanın detaylarını okumaya fırsatım olmadı ancak öne sürdükleri teorinin sanat piyasası hakkında söyleyeceklerini öğrenmek için sabırsızlanıyorum. Müzayedelere gelince, bana göre bu kadar etkileyici olmalarının sebebi her şeyden önce çok uzun zamandır işleyen bir sistem olmaları ve sanat pazarını düzenlemeye yönelik işlevleri.
Bir müzayedeci olmak ile beraber aynı zamanda sanat simsarı (private dealer) olarak da çalışıyorum. Bir eseri doğrudan tek alıcıya sunduğunuz zaman rakam belirlemek için öncelikle yakın zamanda satılmış benzer işleri referans alıyorsunuz. Tabii ki bütün sanat eserleri birbirinden farklı olduğu için, eserin fiyatını ancak tahmin edebilirsiniz. Örneğin size doğrudan bir sanat eseri ile geldiğimde belirlediğim fiyatı fazlasıyla yüksek bulabilirsiniz ama aynı eser müzayede sırasında karşınıza çıksa kendisine sahip olmak için tek fırsatınızın bu olduğu farkındalığı ile oldukça yüksek teklifler vermeye başlayabilirsiniz.
Rakiplerinizden teklifler gelmeye devam ederken hiç düşünmeden size ilk verdiğim rakamın çok daha üzerine kolaylıkla çıkabilirsiniz. Çünkü birden bire bu yarışmanın içinde eğer o an yeterince yüksek bir rakam vermezseniz karşınızdaki rakibin eseri rahatlıkla alacağını bilirsiniz. Rakiplerin varlığı sizi belirlediğinizden daha yüksek meblağları ödemeye teşvik eder. Aynı zaman müzayedelerin de güzelliği de yarattığı bu rekabet ortamındadır. Tanıdığım bazı koleksiyonerler eğer karşılarında aynı eser için teklif verecek başka alıcılar yoksa açık arttırmaya katılmayı tercih etmezler çünkü kendilerinden başka bu eseri isteyen kimse yoksa eserin yeterince değerli olmadığını düşünürler. Sotheby’s’deki günlerimden hatırladığım bir koleksiyoner vardı.
Müzayedeye çıkacak bir Matisse eseri ile fazlasıyla ilgiliydi ve vereceği teklif için bütün hazırlıkları yapmıştık. Kısa süren bir açık arttırmanın sonucunda koleksiyoner eseri tahmin ettiğinden çok daha düşük bir rakama satın almış olsa da yeterince heyecanlanmadığı, rekabete giremediği için üzülmüştü. Bu gibi örnekler bize aslında müzayedenin insan psikolojisi ile ilişkisini doğrudan gösteriyor.
A.S: Tabii ki işin psikolojik yönü de fazlasıyla önemli, bir diğer faktörde sanat eserinin etrafında bir beklenti oluşturmak. Buradan Leonardo da Vinci’nin 2017 yılında Christie’s’de satışı gerçekleşen Salvator Mundi tablosuna geçiş yapmak istiyorum. O akşam müzayede evinde neler oldu sizce, neler düşünüyorsunuz?
SDP: Ana salonda müzayedeyi izleme imkanım oldu ve inanılmaz heyecanlı bir atmosfer vardı. Her müzayedecinin hayalidir böylesine önemli bir açık arttırmayı yönetmek ve o akşam olağanüstü bir performans izledik. Arka arkaya rekorlar kırılmaya devam etti ve “Salvator Mundi” şimdiye kadar satılmış en pahalı sanat eseri olma unvanına sahip oldu.
Eserin kendisinin ne kadar önemli olduğunu tartışmaya gerek yok ancak bu başarıda önemli payı olan bir diğer nokta ise müzayede öncesinde yürütülen pazarlama kampanyasının detayları. Loic Gouzer’in süreç boyunca yaptığı planlamalar gerçek farkı yarattı. Eskiden “Salvator Mundi” gibi muhteşem sanat eserlerinin herhangi bir tanıtıma ihtiyaç duymadığını düşünürdük ancak bu örnekte de olduğu gibi çağ değişti ve bu bir Leonardo da Vinci eseri de olsa alıcıları harekete geçirmek için eser etrafında bir albeni yaratmalısınız.
Salvator Mundi’ye dair bir diğer tartışma ise satış öncesinde eserin orijin bilgileri etrafında yapıldı. Usta ressamların (Old masters) işlerini kaynak yetersizliklerinden ötürü geriye doğru takip etmek her zaman biraz zordur. Yeterince kayıt ve belge olmadığı için ancak atfetmeler üzerinden tarihi yazılabiliyor bu eserlerin. 20. Yüzyıl ve sonrasında kolaylaşan bu sorun artık günümüz sanatı için bir problem olmaktan çıktı.
“Salvator Mundi” gibi eserler (ultimate trophy) oldukları için tabii ki oldukça nadir satışa çıkıyorlar ve kolaylıkla inanılmaz rakamlara ulaşıyorlar çünkü rekabet piramidin en üst noktasında bulunan küçük bir alıcı grubu içerisinde yaşanıyor.
A.S: “Salvator Mundi”ye ilişkin sormak istediğim bir diğer soru ise eserin “Usta Ressamlar” ile beraber değil de popüler sanatçıların bulunduğu bir seride satışa sunulmasına yönelik olacak. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
SDP: Bana kalırsa bu “Salvator Mundi”yi Çağdaş Sanat eserlerinin satıldığı bir akşam müzayedesinde sunmak tam bir deha hareketiydi en büyük rakamların konuşulduğu ve en çok takip edilen açık arttırmalar bu alanda oluyor. Eski ustaların satışlardaki payı 1958 ve öncesinde çok daha büyükken, Goldschmidt Koleksiyonu’nun satışa sunulması güncel sanat satışlarında ilk kez rekorlara imza attı. Empresyonist ve Modern Sanat dönemi eserleri son on yıldır piyasadaki paylarını güncel sanata kaybettiler ve bence önümüzdeki 10-15 sene boyunca da bu yükseliş devam edecek. Bir yandan da Modern ve öncesi dönem eserlerinin özellikle Eski Usta resimlerinin büyük bir çoğunluğu kamu koleksiyonlarında yer alıyor, yani artık özel koleksiyonerler için satın alınabilir konumda değiller ancak çağdaş sanat eserlerinin ulaşılabilirliği oldukça yüksek.
AS: Bir diğer unutulmaz müzayede anı da Banksy’nin “Balonlu Kız” eserinin satışının hemen ardından parçalara ayrılmasıydı.
SDP: Bu hareketin de dâhiyane olduğunu düşünüyorum. Banksy eserlerini ve kendisini nasıl pazarlayacağı çok iyi biliyor. Yeni bir eseri piyasaya çıktığında mutlaka bunu izleyen bir tanıtım olayı da medyada yer alıyor. Birden fazla versiyonu olan “Balonlu Kız”ın satışında gerçekleşen bu olay, parçalanan edisyonunu diğerlerinden farklılaştırdı ve değerini arttırdı. Olayın kendisi ise salonda bulunanlar tarafından belgelendi ve medyada çok büyük yankı oluşturdu.
AS: Türkiye’de de yakın zamanda buna benzer bir olay gerçekleşti. Ressam Alican Leblebici, bir eseri için kendisinden yarı yarıya bir indirim isteyen koleksiyonere eserin sadece yarısını teslim etti. Bu tabii ki eser hakkında önemli bir hikaye oluşturdu ve birçok koleksiyoner diğer yarısını satın almak için sanatçı ile iletişime geçti.
SDP: Anlattığınız olay bana önemli İngiliz Sanatçı Lucian Freud’un başından geçen bir olayı hatırlattı. Freud ile portresini yapması için anlaşan Arjantinli koleksiyoner eser için poz verirken tekrar pazarlık için sanatçıyı sıkıştırınca elinde bir kartpostal büyüklüğünde bir resimle eve dönmek zorunda kalmıştı.
AS: Kitaplarınızda ve röportajlarında kişisel bağ kurmanın (network) öneminden sıklıkla bahsediyorsunuz. Gördüğüm kadarıyla kendiniz de bu konuda oldukça iyisiniz, bizimle kişisel bağlantı kurmak ile ilgili ipuçlarınızı paylaşır mısınız?
SDP: Aslında tutku ve merak kurduğum bağların temelini oluşturuyor. Kendi tanıtımını yapabilmek çok önemli bir detay. Andy Warhol, Picasso gibi isimler çok iyi sanatçılar olmalarının yanı sıra kendi isimlerini pazarlama konusunda da fazlasıyla başarılılardı. Dışa dönük bir kişiliğe sahip olmanın başarı üzerinde önemli bir etkisi var. Tabii ki bunların hepsini iyi bir galeri, küratör ve müze de sizin için yapabilir, görünürlüğünüzü arttırabilir. Bazı sanatçılar kuşkusuz sadece sanatlarına odaklanmayı ve bu işleri başkalarına bırakmayı seçiyor.
AS: Peki ya Jeff Koons ve eski eşi Cicciolina hakkında ne düşünüyorsunuz?
SDP: Jeff Koons yukarıda bahsettiğimiz kendisinin tanıtımı başarılı bir şekilde yapan sanatçılara çok iyi bir örnek. Koons kendi eserlerinden herhangi bir uzmanın yapabileceğinden çok daha iyi bahseder. Bir diğer önemli nokta ise Koons, ikincil piyasanın değerini çok iyi biliyor. Güncel sanatçılar yoğunlukla müzayedelerin oluşturduğu bu pazarda eserlerinin görünmesine pek sıcak bakmazlar çünkü eserlerin satış sürecinde nasıl bir performans sergileyeceğinden emin olmak zordur. Koons öte yandan ikincil piyasayı potansiyel alıcılarına ulaşmanın bir aracı olarak görüyor. Kendi eserlerinin satışından doğrudan bir gelir elde etmeyecek olsa bile eserlerinin bulunduğu müzayedelere sık sık katılır ve koleksiyonerlere satışa çıkacak eserlerinden bahseder.
Gözden kaçırmamak gereken bir nokta var tabii ki, kendinizin tanıtımını iyi yapabilirsiniz ancak sanatınızın dayanağı sadece bu olursa sürekli bir başarı elde edemez ve kolayca unutulursunuz. İyi bir sanatçı pazarını müdafaa etmenin yanı sıra sürekli kendisini geliştirmeye de devam etmelidir.
AS: İçerisinde bulunduğumuz pandemi sürecinde birçok sanat etkinliğinin çevrimiçi platformlar aracılığıyla gerçekleştirildiğine tanık oluyoruz. Çevrimiçi gösterim odaları, çevrimiçi müzayede salonları. Sizce sanat sektörü dijital platformlarda ilerlemeye devam edecekler mi? Özellikle salon müzayedelerinin atmosferi karşısında çevrimiçi müzayedelerin devamlı olması ne kadar mümkün?
SDP: Bana kalırsa dijital platformlara olan bu yöneliş fazlasıyla iyi oldu. Çevrimiçi müzayedelerin gelişimi geçtiğimiz on yılda fazlasıyla yavaşken, son altı ayda çok büyük bir sıçrama yaşandı. Tabii ki bunu bir tercih nedeniyle değil adapte olma zorunluluğu ile gerçekleşti. Paris’te, Londra’da, New York’ta bulunan müzayede salonları adeta birer televizyon stüdyosuna dönüştürüldü canlı yayınlar için.
Aslına bakarsanız müzayedeler için ihtiyacınız olan şey izleyiciler değil alıcılar. Koleksiyonerler zaten açık arttırma boyunca telefonların ucunda tekliflerini vermeye devam ediyorlar, bu sürecin bize gösterdiği en önemli şey ciddi alıcıların sayısı az olsa da müzayedelere müthiş bir ilgi olduğunu fark etmek oldu. Etkinliği takip eden büyük bir kitle var ve müzayede evleri seyir zevkini yükseltmeyi ve daha hızlı gelişim göstermeyi de amaçlamalı.
AS: Raffi Portakal ile 99 yılında gerçekleşen depremden hemen sonra yardım bütçesi oluşturmak adına İstanbul Müzayedesi’ni düzenlediniz. Yoğunlukla hayırseverlerin önemli amaçlar için bir araya geldiği müzayedeleri yönettiğinizi biliyorum. Aynı zamanda çevrimiçi platformlarda da yine benzer amaçlar için kendi adınıza müzayedeler düzenliyorsunuz.
SDP: Evet, çok fazla yardım amaçlı müzayede düzenliyorum. Küresel etkisi olan amaçlar uğruna çalışmaya özen gösteriyoruz. İstanbul Müzayedesi benim için ayrı bir öneme sahip. Aynı tarihlerde gerçekleştirilen ve arkadaşım Paolo Colombo’nun küratörlüğünü yaptığı İstanbul Bienali sanatçıları, Raffi Bey ve koleksiyonerler ile hızlıca bir araya geldik. Depremin yarattığı şok henüz devam ederken önemli bir miktarda bağış toparladık. İstanbul Müzayedesi yönetimini yaptığım açık arttırmalar arasında benim için unutamadığım bir yere sahip.
AS: Sanat sektörünün geleceği ve blockchain yatırımcılar ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Kısmi eser sahipliği ve bu yolla gerçekleştirilen seri satışlar özellikle Çin piyasasında ciddi bir spekülasyon yaratmıştı. Hükümetin müdahalesi ile sonlanan yükseliş bana bu alanda gelişmelerin yaşanabilmesi için sağlam bir hukuki zeminin de hazırlanması gerektirdiğini düşündürdü.
SDP: Dürüst olmak gerekirse yeni teknolojiler beni heyecanlandırsa da henüz kısmi eser sahipliği için uygun bir sanat piyasasını olduğunu düşünmüyorum. Yine de bu alanda genişleyecek bir pazarın varlığına inanıyorum ve süreç için uygun bir yol bulunduğu zaman sanat sektörü ciddi oranda canlanacak ve genişleyecek. Bir sanat eserine bütçenize uygun bir oranda sahip olmak güzel bir fikir ancak çoğunluk eserin tamamı üzerinde hak sahibi olmayı tercih ediyor.
Belki bu tür girişimler için henüz erkendir ama kendiliğinden gerçekleşmemesi için de bir neden görmüyorum. Müzayede evlerini düşünecek olursak, pandemi öncesi yılın belirli dönemlerinde düzenlenen satışlarla hareketlenen pazar şu an yılın her günü işler pozisyonda. Bence bu durum sanat sektörünü diğer piyasaların işleyişine yaklaştıracak. Çevrimiçi müzayedeler ve çeşitli satış imkanları piyasanın hareketliliğini ve işleme giren likit para miktarını hızlıca arttırdı.
AS: Türkiye’nin önde gelen müzayede evlerinden Artam Antik internet sitesinde koleksiyonerlerin kendi aralarında eser değişimi ve satışı yapabilecekleri bir bölüm açtı. İkincil piyasaya farklı bir bakış getiren bu durumu sanat sektörü açısından nasıl değerlendirmeliyiz?
SDP: Koleksiyonerlerin müzayedeleri aradan çıkararak yaptıkları doğrudan satış ve değişim işlemleri son yıllarda ilerleme kaydetmiş olsa da aracıların kesinlikle bu işlemleri kolaylaştırdıklarını düşünüyorum. Aynı zamanda kaydedilen teknolojik gelişmeler piyasa hareketliliğini kolaylaştırmak ve hızlandırmak adına çok önemli.
Müzayede evleri uzun zamandır sadece açık arttırmalar üzerinden operasyonlar yürütmüyorlar. Özel anlaşmaların gerçekleştiği satışlar düşünüldüğünde Sotheby’s ve Christie’s aslında önde gelen sanat simsarları arasında yer alıyor. Aslında tam tersi bir denklemin gerçekleşmesi daha olası gibi gelse de, sanat simsarlarının kendi açık arttırmalarını düzenlemesi, henüz bu alanda ciddi bir atılımda bulunan olmadı. Oldukça cesaret gerektiren bu adım bir isim tarafından atıldığı takdirde devamının da güçlü bir şekilde geleceğini düşünüyorum. Ama unutmamak gerekir ki sanat aktörleri yeni fikirler denemek yerine var olan düzeni korumak konusunda ısrarcılar. Sanat kurumlarının teknolojik gelişmeleri benimsemesi ve geliştirmesi için pandemi sürecini yaşaması gerekti.
AS: David Zwirner Galeri’nin çevrimiçi gösterim odalarında düzenlediği “Platform” sergilerine küçük çaplı yerel galerilerin sanatçılarını da dahil etmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
SDP: Bence David Zwirner’in bu hareketi fazlasıyla önemliydi. Bugün sanat sektörünün en önemli olaylarından biri olan sanat fuarlarından bahsetmedik. Galerilerin koleksiyonerler ve geniş bir sanat izleyici ile buluştuğu bu etkinlikler de pandemi sebebiyle ertelendi ya da iptal edildi. Bu durumu çevrimiçi gösterim odaları ve sergiler ile kolaylıkla adapte olan galeriler olsa da ayak uydurmakta zorluk çeken kurumlar da oldu. Sosyal medyayı kullanarak izleyici kitleleri ile etkileşimlerini arttıran galeriler olsa da bir yandan yaşanan dijital etkinlik bombardımanı bizler için ayrı bir yorgunluğa sebep oldu.
AS: Galeri sahiplerinin ve sanatçıların gündemindeki konular arasında ulaşılabilir sanat eserlerine uygun bir talep yaratmak da var. Sizce insanların kendi bütçelerine uygun sanat eserlerini talep etmelerini ve sanatın bu yönünden de keyif almalarını nasıl ve hangi eğitimler ile sağlayabiliriz?
SDP: Aslında bahsettiğiniz eğitimin ve keyfin temeli için ilkokul çok uygun. Düşününce her çocuk zaten sanata ilgisini resim yaparak belli ediyor sadece bize düşen bu yönelimin kalıcı olmasına odaklanmak. Müze ziyaretleri ve sanat etkinliklerine düzenli katılım ileride sanat eserlerine karşı bakış açısını şekillendirecektir.
Bir de unutmamak gerekiyor ki son birkaç aydır evlerimizde geçirdiğimiz süre hiç olmadığı kadar uzadı ve böyle de devam edeceğe de benziyor. Bana kalırsa insanların sanat ile yaşadıkları mekanlarda da bir arada olması hayattan alınan keyfi arttırıyor. Her seviyede, büyüklükte ve bütçede sanat eseri mevcut, pandemi sürecinde gördük ki mali olarak zor zamanlardan geçsek da sanata duyulan ilgi ve talepte bir azalma olmadı. Sanata ve kültürel etkileşimlere olan ihtiyacımız her zamankinden daha büyük, yaşadığımız dönem içinde bize ihtiyacımız olan enerjiyi bu şekilde sağlayabileceğimize inanıyorum.
AS: Sanatı bir deneyim olarak yaşamak da oldukça önem kazandı son yıllarda. Yayoi Kusama’nın “Sonsuzluk Odaları” gibi sergiler çok büyük bir izleyici kitlesinin ilgisini çekti. Türkiye’den ise Refik Anadol’un eserleri geniş bir yankı uyandırdı. Sanat ve deneyim arasındaki bu ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?
SDP: Evet haklısınız, Yayoi Kusama’nın “Sonsuzluk Odaları”nın önünde uzun ziyaretçi kuyrukları olduğunu hatırlıyorum. Team Lab’in Japonya’daki işleri de aynı şekilde çok büyük bir ticari başarı getirmişti. Refik Anadol da oldukça etkileyici işlere sahip bir sanatçı.
Sanatçıların daha büyük kitlelere ulaşacak işler tasarlamaya gelecekte de devam edeceğini düşünüyorum. Eserlerinizin önemli koleksiyonlara dahil olması ayrı bir şey ancak sanat bu şekilde sunulduğunda daha çok insana dokunuyor ve bunun değeri sanatçı için ölçülemez. İşin pazarlama kısmı da ayrıca düşünülmeli. Sanat ile deneyimi birleştiren etkinliklerde kazanç bilet satışı üzerinden sağlanıyor ve genellikle görsel olarak çekici bu sergiler “Instagram canlısı” karelere de sık sık konu olarak sosyal medyada da sanatçı ve kurum görünürlüğünü arttırıyor.
AS: Teknoloji ve sanatın kesiştiği noktada dijital sanat eserlerini belirli gösterim süreleri üzerinden çeşitli mekanlara kiralanması gibi bir hayalim var. Diğer yandan sanat eserlerinin kiralanması fikri sık sık gündeme geliyor. Nakliye ve sigorta giderleri gibi konular hala birer sorun olsa da Art Bank Kanada ve Art Bank Avusturalya uzun yıllardır bu işi yapıyorlar. İki örnekte de hükümet tarafından belirlenen sabit bit bütçe her yıl yerli sanatçıların eserlerinden oluşan bir koleksiyonu genişletmek için kullanılıyor. Çeşitli şirket ve hükümet ofislerine dönemsel olarak sanat eseri kiralamak üzerinden işleyen bu sistem sizce Türkiyede’de yerli sanatçıların desteklenmesine katkı sağlayabilir mi?
SDP: Dijital sanatlar için sunduğunuz öneri oldukça mantıklı, özellikle odaklanma ve ilgi gösterme süremiz bu kadar azalmışken. Öte yandan sanat eseri kiralama fikri bu piyasada geçirdiğim elli yılda zaman zaman gündeme gelen ancak bir türlü sistematik olarak hayata geçirilemeyen bir fikir. Bana kadar kısmi eser sahipliğinden çok daha zor bir durum. Ancak yerli sanatçıların bu koleksiyonlarda yer alması fazlasıyla önemli bir detay. Bahsettikleriniz aklıma Amerikan hükümetinin yürüttüğü “Art in Embassies” programını getirdi. Çeşitli koleksiyonlardan ödünç alınan eserler bu proje ile uzun yıllardır dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan Amerikan büyük elçiliklerinde Amerikan sanatının tanıtımı sağladı.
AS: Sanat alanında birçok farklı pozisyonda rol aldınız. Kitabınızda Thyssen-Bornemisza Koleksiyonu’nda küratörlük yaptığınız dönemde gerçekleştirdiğiniz Moskova sergisinden detaylı bir şekilde bahsediyorsunuz. Bir yandan da Sotheby’s kürsüsünde yıllarca açık arttırma yönettiniz. Hangisi sizin için daha heyecan vericiydi?
SDP: Evet, 1982 Moskova sergisi gerçekten önemli çünkü henüz Sovyet Rusya dağılmamıştı. Sovyet Rusya’nın Batı Almanya elçisinden gelen teklif üzerine Thyssen-Bornemisza Koleksiyonu ve Hermitage Müzesi Koleksiyonu arasında değiş tokuşun yapıldığı ve iki koleksiyondan da seçkilerin gösterildiği bir sergi düzenlemiştim. Diğer yandan sanatı farklı açılardan görme fırsatına sahip olmam yaptığım işlere bakışımı sürekli değiştirdi.
O zamanlarda dünyanın en büyük özel koleksiyonu olan Thyssen-Bornemisza Koleksiyonun küratörlüğünü yapmak ardından Sotheby’s’in baş müzayedecisi olarak geçirdiğim yıllar ve Philips de Purry’nin yönetim kurulunda olmak birbirinden eşsiz deneyimlerdi. Ancak şimdi hiçbir kuruma ve iş tanımına bağlı olmamak ama bütün işlerimi de son hız devam ettiriyor olmak beni çok tatmin ediyor.
AS: Philips de Purry Müzayede Evi ile başardıklarınızın inanılmaz olduğunu düşünüyorum. Bugün sahip olduğunuz müzayede dünyasının yıldızı unvanını alandaki dev isimler ile yarıştığınız dönem kazandığınızı inanıyorum. O dönemden biraz bahsedebilir misiniz?
SDP: Haklı olabilirsiniz, iş hayatımın en heyecanlı dönemleriydi diyebilirim sanırım. Christie’s ve Sotheby’s gibi iki önemli kurumun bütün bir müzayede piyasasını yönettikleri bir zamandı. Şimdi düşününce onlarla finansal olarak rekabet etmek ve piyasadaki güçlerini alaşağı etmek gibi bir amacımız yoktu aslında. Sadece bahsettiğimiz ikilinin mesafeli kaldığı tasarım, çağdaş sanat ve fotoğraf alanlarına yönelmeyi seçtik. Tesadüf ki en hızlı büyüyen satış hacmi de tam olarak bu alanlarda gerçekleşti.
O dönem yakın zamanlarda üretilen çağdaş sanat eserlerine müzayedelerde yer verilmezdi. Biz ise her sezon takım arkadaşlarımla bir araya gelip yükseleceğini düşündüğümüz sanatçıları belirlerdik. Aralarında gerçekten inandığımız isimler varsa doğrudan en büyük rakamların ödendiği akşam müzayedelerine eserlerini yerleştirirdik. Beni o zamanlara dair en çok gururlandıran şey ise şimdi dönüp baktığım bir dönemin sanatsal zevkini bizim belirlediğimizi görmek oldu. 2001-2008 yılları arasında öne çıkarttığımız isimlerin kariyerleri şimdi inanılmaz bir yükselişte.
AS: O zaman bu konuda seçici bir zevkiniz olduğundan bahsedebiliriz. Yakınlarda ilginizi çeken isimler oldu mu?
SDP: Bütün zamanlardan, ülkelerden, ve pratiklerden sanat eserlerine karşı büyük bir ilgi duyuyorum. Ancak unutmamak gerekir ki güncel sanat alanında üretim yapan sanatçılar aramızdalar. Eserlerini beğendiğiniz sanatçı ile tanışabilmek inanılmaz bir duygu. Evet, Rembrandt’in eserleri inanılmaz etkileyici ama eser ile gerçekleştireceğiniz iletişim sınırlı ama güncel sanat her zaman daha ulaşılabilir. Ayrıca güncel sanat eserleri üzerinde henüz kimin ve neyin iyi olduğu üzerine bir fikir birliği yok. Keyifli olan şey ise kendi fikrimi söyleyebilme, tahmin edebilme, ve risk alabilme imkanım var, biraz kumar gibi.
AS: Henüz tanınırlık kazanmamış sanatçıların bunu gerçekleştirebilmesi için önerebileceğiniz ipuçları var mı?
SDP: Tabii ki tanınırlık kazanmak zor, özellikle genç sanatçılar için ama bir yandan geçmişe kıyasla ellerinde portfolyoları ile galerilerin kapılarını çalmak zorunda da değiller. Basquiat ve Keith Harring’in de zamanında yaptığı gibi sokak sanatına yönelmek iyi bir fikir olabilir. Ayrıca unutmamak gerekir ki Youtube gibi platformlar müzik endüstrisini nasıl değiştirdiyse, Instagram da görsel sanatların şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. Sosyal medyanın ilgi çekmek için önemli araçlardan biri olduğuna inanıyorum. Benim ve etrafımdaki küratörlerin bu şekilde keşfettiği çok sayıda genç sanatçı mevcut.
AS: Müzayedeler ile ilgili son bir sorum olacak size. Bir ekonomist olarak açık arttırmada satışa sunulan eserlerin serideki sıralamaları üzerine bir çalışmam olmuştu. Sonuçlar ise bu sıralamanın satışlar üzerinde önemli bir etkisi olduğunu gösteriyor. Müzayede yorgunluğu kavramını da düşünerek, bu konuda ne söylemek istersiniz?
SDP: Müzayede sırasında eserleri seri içinde nasıl pozisyonlandırdığınız oldukça önemli. Yönetilmesi gereken bir ritim var, temponun yükseldiği anlar kadar salonun sessizleştiği dakikalar da olmalı. Heyecanı satışın sonuna kadar devam ettirmek burada başarının anahtarı. Bu arada tanıyabileceğiniz en batıl inançlı insanlardan biriyimdir. Numeroloji bir çok koleksiyonerin de dikkat ettiği bir detay. Eğer Asyalı alıcıların yoğunlukta olduğu bir grup koleksiyoner salondaysa önemli eserleri kültürlerinde şanslı rakam olarak gördükleri 8 sayısının olduğu sıraya alırız. Kesinlikle insanlar belirli sayılara diğerlerinden daha çok tepki veriyor.
Konuşmanın tamamına bu link üzerinden jw=rmK8Z şifresini kullanarak erişebilirsiniz.
Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında Türkiye’den ve dünyadan önemli sanat aktörleri ile gerçekleştireceği röportajlar serisini Art50.net üzerinden sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.
Hazırlayan: Badenur Özcan