Bu kış doldurduğum defteri karıştırdım biraz. Küçük, mavi tonlarda, çizgili bir defter… Üzerinde “dream and explore” yazıyor, altında şeffaf bulutlar, üzeri yıldızlarla kaplı. Evde ufak bir depo odam var. İçinde böyle yüzlerce defter, yazılmış, çizilmiş, doldurulmuş, yarı doldurulmuş, üst üste; ayıklanıp, toparlanıp, düzenlenmeyi bekliyor. İçime içime işliyor sıkıntısı; bazen tüm evi, tüm üretimimi tek seferde kırıp döküp, atıp, bomboş bir haneye adım atmak istiyorum. Bunu yapmıyorum; biliyorum ki, o boş evi de kısa sürede tekrar başka yazılarla, çizimlerle, resimlerle doldurup bu hale getireceğim. Önceki halinden bir farkı kalmayacak. Bu da acaba bir çeşit istifçilik mi diye düşünüyorum. Yaratıcı istifçilik… Gazete, poşet biriktirmiyorum da kendi yarattıklarımı, ürettiklerimi biriktiriyorum.
Annem, anneannem konuşmalarında çok fazla deyim kullanırlardı. Küçükken bu deyimlerin mecazi anlamını bir türlü anlayamazdım, anlayamadığım için de kendim anlam uydururdum. Üstelik böyle sürekli deyimlerle konuşulunca sinirlenirdim de. Hani, bir meselenin üzerine bu deyimler söylendi de, çözdü mü şimdi sıkıntımızı! Sıkıntıya devam; ama deyimi gediğine koyduk!
Annemin çok sık söylediği bir deyim vardır: “Kapıyı kapatırsın, eşik içeride kalır”. Dışarıda kuyruğu dik tutuyoruz; içeride varsın, eşik patlasın! Bana kalırsa esas içeride eşik sağlam olacak ki, kapıyı düzgün kapatabilesin. İçerideki eşik patlamışsa dışarıdaki ne düşünmüş, ne yapayım… Herneyse, anlatmak istediğim o değil zaten; yine sinirleniverdim deyimli anlatım meselesine. Ben bunu kafama göre uydurup yeniden yorumladığım için bana göre kapıyı kapatınca içeride kalan eşik kendi şahsi krallığımdır, şatoda yaşıyor olduğum gerçeği. Bugün otuz iki yaşındayım; hala kapıyı kapatıyorum ve hop, şatoda yaşıyorum. Şatom seksen metrekare… İçinde odalar, odalar, gizli odalar, tüneller, kütüphaneler, atölyeler, mutfaklar, dolaplar, yeraltı mahzenleri; ne ararsan var, arada hayaletler, hortlaklar, farklı boyutlara, gezegenlere açılan kapıları da ekleyelim. Fantastik bir evde yaşıyorum anlayacağınız. Tek sıkıntısı var; bu kadar çok şeyi seksen metrekareye sığdırmaya çalışınca olmuyor. Üstelik atölyem de evin içinde, kütüphanem de, depom da. Her sene bu mütevazı şatomun içinde taşınıyorum, kitaplar sığmıyor, dolaplara, yatak altlarına. Resimler üst üste, dolaplara, her yere, duvarlara… Defterler üst üste, yığın yığın yığın… Atıp savurasım geliyor ama ne yalan söyleyeyim aslında atmak değil, müze yapmak istiyorum. Şöyle derya deniz, geniş bir alanda yaşayıp üretmek istiyorum. Gönlümden geçen bu…