Osman Törer resimlerinde farklı makine parçalarını bir araya getirerek yeni makineler icat ediyor. Canlı renkleriyle ilgi çeken ‘elma şekeri’ kıvamındaki makinelerin ne işe yaradığını tahmin edip, içerisinde ne olduğunu düşlemek ise tamamen izleyicinin hayal gücüne kalmış… Osman Törer ile makinelerin çıkış noktasından başlayarak, yaklaşık 5 yıldır resim öğretmeni olarak çalışmakta olduğu Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’nde yaşadığı deneyimler üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik.
Osman Törer, 2009 yılında Gaziosmanpaşa Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. 2011’de bitirdiği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde yüksek lisans eğitiminin ardından, 2019 yılında aynı üniversitede sanatta yeterlilik eğitimini tamamladı.
Merhaba Osman. Resimlerinde dikkat çekici, rengarenk, birbirinden ilginç makineler görüyoruz. Makinelerin ortaya çıkış sürecinden bahseder misin kısaca? Makine merakın nereden geliyor?
Makineler bir arayış sürecim sırasında doğdu. Başta merdivenler ve kapılar ilgimi çekiyordu. Bu sebeple dönen merdivenler, düz merdivenler çizmeye başlamıştım. Ardından gördüğüm metal, ahşap, plastik kapıları çizmeye başladım. Ve sonra o kapılar beni makinelerin olduğu yere doğru götürdü diyebiliriz. Bir şekilde domino etkisi yarattı. Tokat’ta okuduğum üniversite kampüsünde ilgimi çeken kocaman ve bende oldukça merak uyandıran bir kalorifer binası vardı. Büyük, ağır metal bir kapısı vardı bu binanın. Kapının arkasında ne var diye çok merak ediyordum. Bir gün, kapının aralandığını gördüm. Makinelere merhaba deyişim o kapıdan içeri girmekle oldu… Önce makine sesleri duydum ve dört adet devasa full oil yakan makineler, buharlar, su kazanları ve ateş topları gördüm. İçeri girdiğim an o zamana kadar eksikliğini hissettiğim şeyi bulduğumu farkettim. Kapıdan sonra dönüm noktam makineler ve çevresi oldu. Makinelerle ilgili etütler yapmaya başladım. Nasıl çalışır, hangi parçalar var söküp bakıp, birleştiriyordum. Çeşitli müzelere gittim, makine detaylarını incelemeye başladım. Yaklaşık 3 yıl süren derin araştırmalar yaptım. Başlarda yaptığım makine çizimleri de zaman geçtikte kendi içlerinde evrildi. Sanatta yeterlilik eğitimim sürecinde ‘Dönüşen Makineler’ isimli bir proje yapmaya başladık. Bu projeyle birlikte makineleri hem dijital ortamda çizme hem de maket haline getirme imkanı elde ettim. İlk resimlerimdeki makineler sadece farklı makine parçalarına, detaylarına odaklanırken bu proje sonrası mekansız, izleyicinin makinenin tamamını görebileceği kompozisyonlar üzerine çalışmaya başladım. Makinelerle ilgili hala araştırmalara devam ediyorum. Makine konusu beni çok motive ediyor ve başladığım ilk zamanlardan bu yana makinelerin ne ve nasıl olacağı onları üreten sanatçı olarak beni de meraklandırıyor ve heyecanlandırıyor.
Yeni icat ettiğin bu makineleri insan alıp götürmek, kullanmak istiyor. Bir yandan da merak uyandırıyor, ne işe yarıyor acaba diye düşünüyor… O kadar gerçek görünüyorlar ki sanki kullanıma hazırmış gibiler…Kurgularını oluştururken nelere dikkat ediyorsun? Renklerine, neye benzeyeceğine ve ne zaman bittiğine nasıl karar veriyorsun?
Resimlerimi kurgularken boş bir kağıda eskizler çiziyorum bazen ancak ben şu makineyi yapacağım ve şu işe yarayacak diyerek başlamıyorum kesinlikle. Üretim sürecimin sonu belli olmuyor. Tam çizgiyi attığım adımdan itibaren estetik anlamda nasıl duracağına odaklanıyorum. Hangi parçaların nasıl bir araya gelip uyum içinde bir arada durabileceğine bakıyorum. Ya da bir araya gelemeyecek birbirine uymayan, birleşmeyen parçaları ben nasıl bir araya getiririm diye düşünüyorum. Burada problem çözüyorum aslında. Parçaların bir araya gelerek düzenli bir şekilde sistemli çalışmasını sağlıyorum. O kurguladığım çalışıyor, kullanıma hazır görüntüsü, hissiyatı karşı tarafın ne işe yaradığını sorgulamasına neden oluyor.
Renklerle ilgili olarak, gerçekte makinelerin soğuk, hırçın, insanı ürküten bir yapısı vardır. Ben seçtiğim canlı renklerle makineleri ‘elma şekeri’ kıvamına getiriyorum. Örneğin, spor arabaları düşünürsek genellikle kırmızı, parlak renklidir ve içerisine girdiğinizde renk gider ama gücü hissedersiniz. Benim makinlerim de şeker kıvamında ancak içerisinde zehir de olabilir veya bir savaş makinesi de olabilir bu şeker gibi görünen makine… Teknik olarak da airbrush kullanıyorum çünkü pürüzsüz bir yüzey oluşturmama yarım ediyor ve fabrikadan yeni çıkmış gibi görünen makineyle makine üretmek fikri de beni cezbediyor.
Resimlerinde sıklıkla kullandığın parçalar neler? Bir araya getirme sürecinden bahseder misin?
Uçak motoru ve tekerlek çok kullanıyorum. Bunun dışında resimlerimde kaporta, traktör, uçak, iş makinesi parçaları yer alıyor. Tabii malzeme bilgisi ve doğru kullanım çok önemli. Daha önce de söylediğim gibi parçaların bir arada nasıl olması gerektiği üzerine odaklanıyorum ve bazen normalde bir araya gelemeyecek parçaları da birleştirmeye çalışıyorum. Bunu yaparken görsel anlamda tezatlıklar da ortaya çıkıyor. Örneğin çok hızlı giden bir uçak parçasıyla, çok daha yavaş ilerleyen bir traktör parçası kullanmak tezatlık yaratıyor.
Yazdığın ‘Bir makine doğar, insan ihtiyaçları için üretilen her makine bir doğum sürecinden geçer’ sözü ile bir şey üretmek onu somut olarak ortaya çıkarmak ve bu çıkardığın şeyin belli ihtiyaçlarını karşılamasını düşünüyoruz. Makine ve insan ilişkisi üzerinden baktığımızda başka neler söylersin?
Makine resimlerimde insanı göremeyiz, insan kullanabilir mi sorusunu sorabiliriz. Makine kendi kendini üretemez, insan makineyi üretir ve makine hiç bir zaman kendinden üstün bir makine yaratamaz çünkü insan vardır. Isaac Asimov’un robot yasası insanları makinelere karşı koruyan bir yasadır. Bunları da ben yapıyorum, üretiyorum ve insan eliyle çıkan, insanın elleriyle ürettiği makine ortaya çıkıyor. Benim ürettiğim resimlerdeki makinelerde insanın yeri yok, insanın ürettiği makine var.
Makinelerini seri olarak düşünebilir miyiz? Makineler nereye doğru gidiyor?
Seri olarak yeni ünlü makineler serisine başladım mesela bu sınırlı sayıda olacak. Ancak diğer işlerimi bir seri olarak değil ancak başladığım ve kendi içerisinde evrimleşecek bir şey olarak düşünebiliriz. Bundan sonra ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyorum, şu an hala arayış içerisindeyim. Makine başlığı altında parçalı, mekansız ve ne işe yaradığını bilmediğimiz makinelerle yola devam edeceğim. Şu anki hedefimi söylemek için zamana ihtiyacım var. Bir süre daha başka bir konuya geçmek yerine makineler üzerine çalışacağım. Bu konu çevresinde farklılaşacağım.
Makinelerini resim dışında üç boyuta da taşıyorsun bazen. Bu süreçten bahseder misin? Malzeme seçimin ne oluyor? Bu yönde devam etmeyi düşünüyor musun?
3 boyutlu seramik hamurlarından yaptığım denemeler var. Bunun dışında yine seramik tabakların üzerine yaptığım çizimler var. Malzeme anlamında bir çok alternatife açığım, üniversite metal dersi de almıştım. Dijital programlarda hazırladığım görselleri 3 boyutlu yazıcı ile çıkartma projem var. Bunun dışında makineleri biraz daha hareketlendirmek istiyorum. Tamamen her parçası hareket edebilen kinetik heykeller gibi değil ama dönen çarklar, biraz hareketlendirecek işler tasarlıyorum. Arduino dijital programlama üzerine çalışıyorum. Bir çok disiplinde demelerimi sürdürüyorum ancak şu an çalışma hayatımdan dolayı sürem kısıtlı olduğu için sadece resme odaklandım ancak ileride üç boyuta da aktaracağım işlerimi.
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’nda resim öğretmeni olarak çalışıyorsun. Ne kadar süredir burada çalışıyorsun? Nasıl bir atmosfer var içeride? Buradaki kadınların resim eğitim yaşadıklarını, deneyimlerini aktarır mısın?
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde yaklaşık beş yıldır çalışıyorum. Öğretmenlik yapmak için Halk Eğitim Merkezi’ne başvurmuştum ve beni çağırdıklarında Kadın Kapalı Cezaevi’nde resim öğretmenliğine başlayabileceğimi söylediler. Hiç tereddütsüz, düşünmeden cezaevinde çalışmayı kabul ettim. Bugün cv’mi hazırlarken en başa yazacağım şey ‘cezaevinde öğretmenlik’ yapmak olur. Cezaevine hiçbir zaman önyargıyla gitmedim. Dışarıda bir sınıfta öğretmen-öğrenci ilişkisi nasılsa, içeride de aynı ilerliyor. Negatif bir ortamdan pozitif bir ortama geçiş sağlayabiliyoruz hep birilikte. Haftanın üç günü cezaevinde temel resim eğitimi veriyorum. Her dönem belirli konular, başlıklar üzerinden ilerliyoruz. Örneğin bu dönem yağlıboya dersi veriyorum. Tabii öğrencilerin resimle olan geçmiş deneyimleri birbirinden farklı olduğu için mutlaka temel resim eğitimi ile başlıyorum. Atölyede şu an 34 kişi var, bu oldukça iyi bir sayı ve iki sınıf şeklinde, bölerek derslerimizi gerçekleştiriyoruz. Sadece çizim değil, sanat tarihi de anlatıyorum ve bir resimle karşılaştıklarında o resme nasıl bakacaklarını, resmi nasıl yorumlayacaklarını da öğreniyorlar. Bir kütüphanemiz var, orada sanat kitaplarını da inceleyebiliyorlar. Cezaevinde çalıştığım süre içerisinde çok fazla insanla karşılaştım. Bende saklı kalmak şartıyla çok ilginç hikayeler dinledim, yeni insanlar tanıdım, hayatlar öğrendim. ‘Vay be!’, ‘Hadi canım’ dediğim oldu ama bunlar deneyim olarak bana geri döndü. Ben onları çocuk gibi görüyorum çünkü çocuk gibi öğrenmeye hevesliler, ‘hocam bugün ne öğreneceğiz’ diye meraklanıyorlar her seferinde…
Öğrencilerle ilgili neler söylersin, nasıl bir süreçten geçiyorlar, nasıl bir gelişim gösteriyor?
Derste farklı seviyelerden öğrenciler bulunuyor. Daha önce hiç resim yapmamış olandan, biraz resim yapmış olana, karışık bir düzen var. Öğrencilerden ilk ve son resimlerini mutlaka bir dosyada saklamalarını söylüyorum, kendilerindeki gelişmeleri bu şekilde çok rahat görebiliyorlar. Sonunda kendi içimizde bir sergi yapıyoruz ve katılımcılara sertifika veriliyor. Burada yeteneğinin farkına varan öğrenciler oluyor, mesela çok güzel resim yapan öğrencilerim de var, daha önce resim yapmamış ama burada aldığı ders ile birlikte bu yeteneğini ortaya çıkaran insanlar da var. Bu çeşitlilikleri görmek beni çok mutlu ediyor.
Art50.net ile nasıl tanıştınız? Bu süreçten ve Türkiye’nin önde gelen online sanat platformunda yer almakla ilgili beklentilerin nedir?
Base sayesinde tanıştık ancak tesadüfen buna parelel olarak sanatçı arkadaşım Begüm Mütevellioğlu’nun tavsiyesi üzerine art50.net’e portfolyomu göndermiştim. Art50.net’in online bir platform olması erişilebilirlik açısından çok önemli. Sergileri ziyaret eden kişi sayısı kısıtlı, ancak online bir platforma herkese ulaşabiliyor. Telefondan, tabletten, bilgisayardan açarak kendinizi tanıtabiliyor ve eserlerinizi paylaşabiliyorsunuz. Benim amacım art50.net ile birlikte çok daha fazla insana ulaşmak, işlerimi paylaşmak ve ismimin daha çok duyulması.
Takip ettiğin sanatçılar kimler? Kimin hangi eserini almak isterdin, eğer çok büyük bir bütçen olsa?
Server Demirtaş’ın işlerini beğeniyorum. Tezime de koymuştum çalışmalarını, o özellikle heykel üzerine çalışıyor. Heykellerinin sadece elektronik değil mekanik üzerine kurulu olması çok ilgimi çekiyor. Yabancılardan da Stelarc diyebilirim.
Sanat içerisinde yıllardır varlığını sürdüren bir sanatçı ve eğitmen olarak yeni mezun sanatçılara neler tavsiye edersin?
Öğrencilere her şeyi denemelerini, tek bir şeye odaklanmak yerine resimsel anlamda başka disiplinlere ve alternatiflere odaklanmalarını tavsiye ediyorum. Sevdikleri, inandıkları yol üzerine gitsinler ve kısıtlamalara çok kulak asmasınlar. Her malzemeyi denesinler, günümüz artık dijitalleşti, her şey değişim ve dönüşüm halinde. Artık heykeller dijital ortamda VR kullanılarak da üretiliyor. Bu bağlamda çağa ayak uydurmak önemli. Alacakları geleneksel eğitimin yanında güncel olanı da öğrenmek bilmek deneyimlemek gerekiyor.
Röportaj: Sena Arcak Bağcılar