Kerem Topuz, çağımızın tüketim kültürünün ve popüler imgelerinin nabzını tutan bir sanatçı. Sinemayla profesyonel olarak ilgilenen Topuz ile Pop Art’tan Kapitalizm eleştirisine uzanan derin bir sohbet yaptık.
Sinemadan görsel sanatlara geçişiniz nasıl oldu?
Aslında tam tersi oldu. Sinemayla ilgilenmeye başlamadan önceki ilk çalışmalarım video ve enstalasyon türündeydi. Daha sonra sinema sektörüne girdim; yoğun emek gerektiren bir alan olduğu için görsel sanatlarla ilgili çalışmalarıma yeterince vakit ayıramamaya başladım. Sadece kendi projelerime yoğunlaşma kararı aldığım son 2 yıldır da ikisini bir arada yürütmekteyim. Şu an Lavinya isimli sinema filmimin çekim hazırlıklarını tamamlamak üzereyim. Sanırım bu röportaj yayımladığı sıralarda ben sette, çekimde olacağım.
Pop Art’a olan ilginiz çalışmalarınızda açıkça görülüyor. Sizce 21. yüzyıl mit üretmekte 20. yüzyıl kadar başarılı olabildi mi? Ve niçin?
Evet, hem de fazlasıyla; sadece modern mitsel çevremizle o kadar iç içeyiz ki, şu an neyin mit olup neyin olmadığını algılamakta zorlanıyoruz. Artık 20. yüzyılın hayranlık duyulan efsanevi kahramanlar devri kapandı ve onun yerini sıradışı, heyecan uyandıran, ulaşılması zor ‘tüm yenilikler’ aldı. Örneğin piyasaya çıkan yepyeni bir ürün, o ürüne sahip olmak için yaratılan yaşam tarzları başlı başına yeni mitler haline geldi. Reklamlar bize bu yaşam tarzlarına ulaşmanın yollarını ve ancak o ürünlere sahip olursak yapabileceklerimizin mesajını her gün pompalamakla meşguller. Bu yüzden günümüzün mitleri ikonik figürler değil, cep telefonları, başkalarının hayatlarına duyulan merak ve dedikodu…
Reklam demişken, sanatınızda sıklıkla yer verdiğiniz Kitsch, tüketim kültürü ve popüler imgeler reklam dilinin de önemli bir parçası. Hiç reklam çektiniz mi?
Evet, çektim. Dolayısıyla reklam dünyasında kullanılan dile bir yakınlığım var; ama ben aynı dili eleştiri amaçlı, onlara karşı kullanıyorum.
İşlerinizde kadın bedeninin metalaştırılmasıyla ve cinsel objeye indirgenmesiyle ilgili referanslara da rastlıyoruz… Bu meseleden de biraz söz edelim mi?
Aslında çalışmalarım anlamsal olarak birbiriyle bağlantılı ve bütünlüklü. Nasıl ki günümüz kapitalist piyasası ideal olanın ne olduğunu bize kendi ürettiği mitlerle dayatıp daha çok kâr etme yöntemleri geliştiriyorsa, kadın bedeni ve cinselliğini de aynı bağlamda kullanarak tüketimi sosyo-kültürel kodlar üzerinden arttırmaya çalışıyor. Cinsellik onun için çok kârlı bir alan. Kapitalist sistem, öngördüğü güzellik ve standardize edilmiş beden anlayışını bir cinsel haz ve tüketim nesnesine indirgediğinde satılabilir hale de getirmiş oluyor. Kadın bedenini, görselliği ön planda olan cinsel, cazibeli bir gövde olarak sunmak beraberinde o ideal bedene ulaşmak için gerekli yöntemlerin ve ürünlerin de satılmasını kolaylaştırıyor. Ben de eleştirimi metalaştırılmış kadın bedenlerinin görsel imgeleri üzerinden vurguluyorum. Meta fetişizminin geldiği boyutları göstermek için… Örneğin bir cinsel obje olarak bir kadının değil de bir ürünün portresini yapıyorum, veya cansız bir mankeni kadın bedenine tercih ediyorum.
Video art alanında da işler ürettiğinizi biliyoruz. Kolajlarınızla aralarında nasıl bir bağ var?
Video işlerim biraz daha kendiliğinden gelişen ve proje odaklı işler; belirgin bir sistem eleştirisi yok. Ama üzerinde düşünüyorum, ne yapabilirim diye… Buluntu video imajları kullanmam açısından da kolajlarımla benzerlik gösteriyor diyebilirim.
Beğeniyle izlediğiniz sanatçılar?
Benim bir sanatçıya ilgi duymamı sağlayan özellikler öncelikle sahicilik ve yaratıcılık… Aklıma ilk gelenler arasında Aleksandra Kingo, Molly Scannell, Haluk Akakçe, Kuzma Vostrikov ve Aaron Tilley’i sayabilirim.
Art50.net ile nasıl tanıştınız? Online platformlar ile ilgili düşünceleriniz?
Art50.net’i, internette güncel Türk sanatçıları araştırırken keşfettim. İnternet artık günlük hayatımızı en çok kaplayan alanlardan biri. Dolayısıyla online platformlar bir sanatçı için bulunmaz bir nimet. Yaptığınız işi normal şartlarda ulaştıramayacağınız çok büyük bir kitleye iletme şansı yaratıyor. Koleksiyoner veya izleyici açısından da yer ve zaman denkleminden bağımsız keşif imkanı sunuyor.
Röportaj: İpek Yeğinsü