Fatih Dülger resimlerinde, insan tavrınının bir aynalaması olarak kullandığı doğayı içselleştirerek insanın izlerini ve doğaya karşı tutumunu yansıtıyor. Bu bağlamda bir metafor olarak kullanılan doğa, dışarısı değil içselleştirilmiş bir uzam olarak algılanıyor. Doğanın içinde bulunan sonsuz derinliğin yanında tahribatın izlerinin de görülebileceği resimler üretiyor. Uzun zamandır Art50.net’te birlikte çalıştığımız sanatçı ile sanatsal pratiğinde kullandığı temel öğeler ve deneyimleri üzerine konuştuk.
Fatih Dülger, Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nde lisans ve lisansüstü öğrenimini tamamladı. 2017 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde başladığı Sanatta Yeterlilik Programı’na devam ediyor. Sanatçı aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sanat Eserleri Konservasyonu ve Restorasyonu Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor.
Merhaba Fatih… Resimlerine baktığımda ilk dikkatimi çeken nokta isimler oldu. Resimlerine verdiğin ‘Saklar’, ‘Yaralanır’, ‘Öfkelenir’ gibi isimler neyi/kimi temsil ediyor? Kim bu öfkelenen, saklanan, yaralanan?
Son serideki resimlerin isimleri yerkürenin kurgusal hallerini temsil eder. Anima Mundi görüşünde dünya; bütünsel olarak canlı bir varlık kabul edilir ve tıpkı insan gibi beden, ruh ve bilince sahip olduğu varsayılır. Bu düşünce bağlamında kişileştirilen yerküre, günümüzde -insanlığın sebep olduğu- bir tür kriz içerisindedir ve bu rahatsızlık durumundan kurtulmak için bir reaksiyon verir. Resimler bu sürecin olası görünümlerini yansıtırken isimler de ifadeyi destekler.
Resimlerinde değişken, farklı doğa betimlemeleri görüyoruz ve bir de boşluk kavramından bahsediliyor. Resimlerine baktığımızda espas olarak boşluktan mı, yoksa doğanın içindeki boşluktan mı bahsedebiliriz? Bunu kısaca açıklar mısın? Boşluk senin için nedir?
Boşluk kavramı birçok anlamda resme dahil olur; öncelikle yüzeyin boşluğu; imgenin eksikliği, boş; müdahale edilmemiş alanlar, yer yer görünür haldedir, sonrasında bir kompozisyon öğesi; negatif alan olarak boşluk her zaman değerini korur ve tabii derinlik anlamında bir espas yaratan uzama dair boşluk kaygısı da mevcuttur. Bu kullanım çeşitleri çoğu zaman iç içedir ve bütünde tek ve büyük boşluğu yaratırlar. Bahsedilen plastik değerlerin ötesinde varoluşçu felsefenin bir olumlama önermesi ve Taoizm’in her şeyin kaynağı olarak gördüğü boşluk yorumları de içeriğin referanslarıdır. Biçim ve içerik olarak bütüne baktığımızda ise boşluk benim için; sabit olmayan bir başlangıç ve varış noktasının (aynı yer) devamlılık sürecidir.
Bakıldığında ‘ferahlık’ geliyor benim aklıma, ama bunun yanında Japon estamplarına da götürüyor, doğanın betimlenirken kullanılan o naif tavrı, ama bir yandan farklı olarak hasarlı bir doğa ve kullandığın renk paleti de nötr. Bunu sen nasıl değerlendiriyorsun? Doğayı betimleme sürecini anlatır mısın?
Doğaya bakışım ekolojik duyarlılıkla birlikte doğadaki insana dair izler ve onun hissiyatı üzerinedir, dolayısıyla figüratif yaklaşırım manzaraya. Bir “dış” mekanı temsil etmez doğa, insanın öncül uzamı olmasıyla onu gerçekleştirirken organik bir yansıma haline gelir. Ferahlık duygusu ise aslında benim resimde arzuladığım bir şey olmadı hiçbir zaman. Malzemenin ekonomik kullanımı ve yalın anlatım dili buna sebep olsa da yine hakim boşluğun belirlediği gerilim dengesi korunur ve bazen de nötrlenebilir, palet de buna hizmet eder haliyle. Bu gerilim dengesi resim özelinde farklılaşsa da son dönem işlerimde şiddetinin artmaya başladığını söyleyebilirim. Bu da demek oluyor ki doğanın ifadesini daha keskinleştirmek adına biçim ve ışık kontrastı ile birlikte metafizik öğeler de kuvvetleniyor. Üstüne; daha ifadeci bir tavır ve yoğun boya kullanımı da beliriyor. Varşova’da yaptığım ve süregelen işler bu yönde ilerliyor.
Art50.net’te uzun zamandır yer alıyorsun, yaklaşık 3 sene oldu. Neler düşünüyorsun bu kadar yıldır art50.net gibi Türkiye’nin önde gelen bir sanat platformunda yer almakla ilgili? Sana nasıl olanaklar sağladı bu platforma yer almak?
art50.net ile uzun süredir çalışıyoruz ve ilk günden bu yana karşılaştığım özenli tavır hiç değişmedi, bu da sürekliliği sağlıyor. Bir sanatçı olarak, özellikle üretim süreçlerinde, resimleri görünür kılmak aksatılan bir durum olabiliyor. art50.net’in benim için en büyük artısı bu sürecin sürekli takip edilmesi oluyor. Aynı zamanda piyasa ile olan bağın güncel kalmasında da etkili. Bence art50.net Türkiye’deki online galeri alanını en iyi şekilde temsil ediyor. Öyle görünüyor ki platformun düzenlediği sergi ve etkinliklerle beraber çalışma sürecimiz aynı düzende devam edecek.
13 Ocak’ta Swissotel Bosphorus’ta açılan, Art50.net’in düzenlediği ‘Sessiz ve Derinden’ sergisinde yer alan sanatçılardan biri de sensin. Sergide hangi işlerin yer alıyor? Bu işlerine sergi başlığı üzerinden değinir misin kısaca?
Sergide Yeni Ay-Yeni Dünya, Yaralanır ve İşaret Verir isimli üç resmim yer alıyor. Sergi başlığı aslında benim birçok resmimle ilişkilendirilebilir. İşaret Verir ve Yeni Ay-Yeni Dünya’da daha ince, uçucu ve usul bir derinlik varken Yaralanır’da atmosfer biraz daha ağırlaşırken dikey derinlikten gelen ateş elementi ile sessizlik bozulmak üzeredir.
Geçtiğimiz yıl, bir yıl süresince sanatta yeterlilik eğitimi için Polonyo’da Güzel Sanatlar Akademisi’ne gitmişsin. Bu süreç nasıldı senin için? Oradaki sanat ortamı ile Türkiye’dekini nasıl karşılaştırırsın?
Varşova dönemi benim için keyifli ve verimli bir süreç oldu. Oradaki Akademi’nin tavrı ve eğitim anlayışı bizimkine yakın bir yerde duruyor bu anlamda kolay adapte oldum. Gitmeden yaptığım son resimler yeni açılımların habercisiyken benim de aklımda yeni fikirler vardı, bunları kendi yaşam alanımın dışında farklı bir mekanda gerçekleştirmenin de getirisiyle özgürce hayata geçirebildim. Akademi her ne kadar klasik bir anlayışta olsa da her türlü ifade biçimine açık. Bunu sanat ortamında net bir şekilde görebiliyoruz, ifade etme becerileri kuvvetli. Genelde yapıtların diğer niteliklerinden çok ilk karşılaşmadaki etkili görsel ifadeleri vurucu ve sahici bir his yaratıyor. İstanbul ile karşılaştırıldığında çok daha küçük ve kendi halinde bir şehir olmasına karşın olanakları geniş ve kolay ulaşılabilir fakat İstanbul’un yoğun sergi ve etkinlik takvimi, sanat çevresinin çeşitliliği ve canlılığını görmek mümkün değil.
Türkiye’de artık genç sanatçılar için düzenlenen bir çok yarışma, yeni alternatif mekanlarda sergileme olanakları bulunuyor. Bununla ilgili neler düşünüyorsun?
Son yıllarda gerçekten de genç sanatçılar için birçok yeni platform, sergileme olanakları ve sanatçı çalıştayları ortaya çıktı. Tabii ki bunların değerlendirilmesi gereken fırsatlar olduğunu düşünüyorum. Yarışma ve ödül mantığından daha ziyade insanların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ortamlar oluşturmak daha anlamlı ve verimli. Bir taraftan da sanatçılar artık galeri dışında alternatif sergileme alanlarına da yöneliyor ve karşılık buluyor.
Resim yapmak dışında, heykel yapmayı ya da herhangi bir farklı bir disiplinle iş üretmeyi denedin mi hiç?
Zaman zaman kendimi farklı disiplinlerle ifade etme ihtiyacı ve heyecanı baş gösterse de, sonuçta resim yapmaya devam ediyorum çünkü en iyi bildiğim ve hakim olduğum malzeme bu. Olanakları birçok açıdan bana yetiyor hatta hem kendi üretim sürecimde hem de günümüz ressamlarında gördüğüm özgün fikir ve tavırlar resim yapma motivasyonumu ve inancımı arttırıyor, bence bu alanda hala gidilecek daha çok mesafe var. Çağımızın yaşamı parçalara ayıran, ayrıştıran düzeninde belirli bir malzemede kararlı olmak ve ustalaşmak aslında mevcut ortama ters bir durum. Akıntıya kapılmamaya çalışıyor, şimdilik bildiğim yoldan gidiyorum fakat ileride içsel olarak ihtiyaç duyduğum, hazır ve yetkin hissettiğim herhangi bir malzeme ve disiplin dahilinde çalışabilirim.
Beğendiğin, takip ettiğin sanatçılar kimler? Sana çok büyük bir bütçe verilse ve bu bütçeyle sadece bir eser satın alabilecek olsan, kimin eserini alırsın?
Takip ettiğim sanatçılardan ilk aklıma gelenler; Anselm Kiefer, Peter Doig, Nicola Samori, Neo Rauch, Liu Xiadong, Ruprecht von Kaufmann, Temür Köran, Hakan Gürsoytrak, Erdoğan Zümrütoğlu… Bir Auguste Rodin heykelim olsun isterdim.
Sanatçı kimliğinin yanı sıra şu an okulda akademik kariyerin devam ediyor. Akademide devam edecek misin? Kariyerinle ilgili nasıl bir gelecek düşlüyorsun?
Evet akademide olmaya devam edeceğim. İleride akademik ve artistik kariyerimi dengede tutabildiğim ve üretkenliğimi de koruyabildiğim bir süreci yönetebilmeyi umuyorum. Bunun dışında özellikle gidip iş üretmek istediğim bazı yerler var, bunu gerçekleştirebilmek de güzel olurdu.
Röportaj: Sena Arcak Bağcılar