Tüm Türkiye’nin yeni nesil sanatçılarını ilk kez 21-24 Aralık 2017 tarihlerinde Galata Rum Okulu’nda bir sergide buluşturacak olan BASE İstanbul‘a sayılı günler kala, projenin detaylarını küratör Derya Yücel ve Base’in kurucu ortağı Ali Kerem Bilge ile konuştuk.
Serginin kavramsal çerçevesi nasıl oluştu? Nasıl bir küratöryel strateji belirlediniz?
Derya Yücel: BASE sergisinin izleyici ile paylaşılmasında tercih ettiğim küratöryel yöntem “kavramsal çerçeve” metodu üzerinden şekillenmedi. Bu tür bir yöntem açıkçası BASE’in üstlendiği misyon ve gerçekleşmesi yönünde uygulanan adımlarla uyumlu bir strateji olmazdı. En başından itibaren şahit olma şansı yakaladığım sürece baktığımda, proje ekibinden seçici kurula, küratör-sanatçı iletişiminden destekçilere, işbirliği yapılan profesyonellerden etkinlik katılımcılarına tüm süreçte kolektif, katılımcı, şeffaf ve bağımsız bir süreci hep birlikte paylaştık. Bu anlamda, sergileme metodu ve küratöryel çalışmam sanatçılar ve üretimlerine yönelik olarak çokseslilik içindeki bireysellikleri, farklılıklar içindeki kesişmeleri, çeşitlilik içindeki paralel duruşları ortaya çıkarmaya yönelik oldu. Bu nedenle, BASE’e katılmaya hak kazanan 108 genç sanatçının içerik/konu ya da biçim/form olarak temelde odağına aldığı temaları belirleyerek, sergi mekanının da fiziksel koşulları çerçevesinde sergiyi 3 ana başlığa ayırdım. Bunlar, Bilgi, İnsan ve Çevre olarak şekillendi.
Yeni mezun sanatçılar, çalışmalarını izleyicilerle buluşturmakta oldukça zorlanıyorlar. Base’in çıkış noktalarından biri de bu. Peki son yıllarda giderek gelişen internet ortamı ve online sanat platformlarının, gençlerin görünürlüğünü artırmadaki rolü konusunda neler söylemek istersiniz?
D.Y.: Sanat alanında, genç sanatçıların üretimlerine görünürlük sağlayan kurum/mekanlar ne yazık ki nicelik olarak üretim-paylaşım dengesini sağlamakta yetersiz. Var olan alanlar da genç sanatçıların üretimlerine -kariyerlerinde belirli bir olgunluğa gelmeden- sahip olma konusunda çoğu kez çekimser. Dolayısıyla, BASE katılımcıları gibi henüz sanat üretimine yeni başlamış, yeni mezun olmuş, üretimini motive edebilecek destekleri henüz yakalayamamış sanatçı adayları açısından bu manzara biraz daha sıkıntılı. Bu açıdan, yeni mezunlara ya da kariyerinin başında olan gençlere yönelik görünürlük sağlayan ve sürekliliğini devam ettirebilen sadece bir-iki platform kalmışken, karşılaşma yaratabilecek her platformun varlığı değerli. Dolayısıyla, internet ortamı ve online sanat platformları da yeni üretimlerin ve bu üretimlerin yaratıcısı olan genç sanatçıların izleyici ve sanat ağıyla buluşmasını sağlayan en önemli mecralardan biri haline geldi. Sanatçıların üretimlerini pratik olarak, zamandan, mekandan ve aracı mecralardan sıyrılarak paylaşmaları söz konusu. Ancak bu mecraların da sağladığı görünürlük, sanat yapıtı ile fiziksel mekanda karşılaşmanın yaratabileceği duyumsal etkileri zayıflatma riski taşıyor. Yine de, fiziksel ya da dijital olsun, genç sanatçılara alan açarak yeni üretimlere farkındalık yaratabilecek her türlü karşılaşmanın ve yaratılan diyaloğun önemli olduğuna inanıyorum.
Yine son yıllarda sıkça gündemde olan erişilebilir sanat kavramı, sizce koleksiyonerliğin daha geniş kitlelere yayılmasını sağlayabildi mi? Bu doğrultuda başka neler yapılabilir?
D.Y.: Dijital medya, gelişen teknolojiler, kitle iletişim araçları ve internet, sanatı herkesin ulaşabileceği hale getirdi. Günümüzde sanat deneyimi, yalnızca müzeler, galeriler ya da sanata adanan mekanlarda değil; evde, işte veya internet erişiminin bulunduğu her yerde ve zamanda yaşanabilmekte. Bu anlamda, izleyici ile iletişim bağlamında önem taşıyan “ulaşılabilirlik”, sanat üretimi ile sanat aktörleri ve profesyonelleri arasındaki iletişimde de değişime yol açtı. Dolayısıyla evet, işlerin edinebilirliği konusunda da daha geniş kitlelerin motive olmasını destekledi diyebilirim. Sanat sahipliği-değer ekonomisine yönelik tartışmaları dışarıda bırakarak söylemem gerekirse, sanat üretimi sanatçının varoluşunu besleyen bir eylemdir. Bu nedenle, sanatçının üretimi konusunda desteklenmesi aynı zamanda varoluşunun da beslenmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, internet ortamında sunum, sergileme, paylaşım, edinilebilirlik gibi bu doğrultuda hayata geçebilecek nitelikli yöntemlerin tümü değerlidir.
Base gibi bir platform kurma fikri nasıl ortaya çıktı? Kimlerin girişimiyle oldu?
Ali Kerem Bilge: Mezuniyet sergileri sanatsever ve koleksiyonerler için heyecan vericidir. Henüz çok genç, kariyerinin başında sanatçı adaylarını keşfedebilir ve kariyerlerini takip etmek için daha fazla zamana sahip olursunuz. Son 4 seneyi daha az piyasa veya beğenilme kaygısıyla geçirmiş olduklarından dolayı düşünce ve algı dünyalarının belki de en saf hallerini yakalamanız olasıdır. Bu düşünceyle üniversitelerimizde herkesin haberdar olma veya gidebilme şansının olmadığı mezuniyet sergilerini bir araya getirip sanatseverlerle mimari olarak anlamlı bir sergi mekanında buluşturmak istedik. İdil Bilge ve Aslı Boduroğlu ile sanatla ilgili sosyal sorumluluk boyutu da yüksek olan bu projenin hazırlıklarına geçen yıl başladık. Üniversitelerimizin sahip çıkması çok değerli olduğundan dolayı yaklaşık 60 güzel sanatlar fakültesinin tamamına ulaşarak projeye start verdik. Öğrenciler ve akademik kadroların müthiş ilgi gösterip sahiplendiği başvuru aşamasında 51 üniversite ve 35 şehirden 1000’e yakın başvuru oldu.
Seçici kurulda oldukça fazla sayıda ve hepsi birbirinden değerli isim var. Bu isimler nasıl bir araya geldi?
A.K.B.: Bizler için sadece seçilmesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin neresinde olursa olsun üniversitede sanat okumayı seçmiş, BASE’e teveccüh göstermiş, her öğrencinin değerlendirme aşamasında işini görmüş olmasından mutluluk duyacağı, heyecanlanacağı, belki hayal bile edemeyeceği bir jüri kurmak çok önemliydi. Çağrıyı tüm bölümlere açtığımızdan dolayı disiplinler arasında dengeyi korumaya ve farklı kuşaklara yer vermeye dikkat ettik. Artık küresel bir hayal kuran gençlerin arttığına ve sınırların yaklaştığına inandığımızdan, dünyanın önemli kurum ve organizasyonlarından isimlerin jüride olması bizim için çok önemliydi. Bazılarını çevremizden tanıyorduk, bazıları ise projenin etki gücünü ve değerini anlayarak destek vermeyi çok istediler. Gerçekten çok yüksek sayıda başvuru aldık; ayırdıkları zaman ve müthiş ilgileri için ne kadar teşekkür etsek az.
Base her yıl yapılacak mı? Sürdürülebilirliği konusunda ne tür aksiyonlar alınıyor?
A.K.B.: BASE mezuniyet sergisi konseptinde olduğundan her yıl gerçekleşecek. Sadece güzel sanatlar fakülteleri değil, yaratıcılık ile ilgili diğer fakültelerden de talep var.
Uluslararası ortamda Base’in benzeri hangi oluşumlar mevcut? Onlarla işbirliği geliştirme ve gençleri uluslararası sanat çevrelerine tanıtma hedefiniz var mı?
A.K.B.: Lojistik ve bütçe imkanları doğrultusunda projeyi yurtdışındaki diğer okullara açma, yurtdışındaki okul ve kurumlarla işbirliği düşüncemiz var. Bu çapta tüm ülkedeki güzel sanatlar fakültelerini tema veya departman sınırlaması olmadan bir araya getiren bir organizasyon bilmiyoruz; sanırım yok. En azından jüri üyelerimizden Almanya Düsseldorf’tan Rudiger Voss, New York Academy of Art dekanı Peter Drake ve The Armory Show, New York direktörü Deborah Harris benzerini duymadıklarını ilettiler.
Base İstanbul ile ilgili tüm detaylara buradan ulaşabilirsiniz.