Aylin Seçkin & Kenny Schachter

Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde yürüttüğü Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında düzenlediği röportajlar serisi önemli sanat yayınlarında yer alan makaleleri, ses getiren sergileri ve renkli kişiliği ile dikkat çeken Kenny Schachter ile devam ediyor.

Aylin Seçkin’in Simon de Pury ile gerçekleştirdiği söyleşiye buradan, Stefan Simchowitz ile gerçekleştirdiği söyleşiye de buradan ulaşabilirsiniz.

Hukuk alanında aldığı eğitim sonrasında finans, hukuk ve moda sektörlerinde çalışmaya başlayan Kenny Schachter, sanata olan ilgisini ilk defa bir Cy Twombly eseri almaya çalışırken keşfetti. Koleksiyonerliğe ilk adımı attıktan sonra kendisini bir maksimalist ve daha da kötüsü istifçi olarak tanımlayan Schachter, klasik arabalar, çeşitli sanat eserleri, basılı yayınlar ve ilgisini çeken objelerden oluşan geniş koleksiyon seçkisine devamlı olarak yeni eserler eklemeyi ihmal etmedi. Artnet’te yayınladığı makaleleri kendine has kişiliği, ele aldığı konular ve konuları ele alış biçimi ile geniş bir kesim tarafından eleştirilse de açık sözlülüğü ile dikkat çekmeye de devam etti. Farklı dönemlerden kavramsal sanatçıların eserlerinden oluşan koleksiyonu, genç ya da kendisine göre yeterince değer görmemiş sanatçıların işlerini yer verdiği sergiler Schachter’in sanat dünyasına karşı düşüncelerinin de yansıması niteliğinde.

Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında çevrimiçi toplantı yoluyla bir araya gelen ikili sanat dünyasında değişen dengeler, yaşanan gelişmeler ve sanat aktörlerine dair yeni ihtimaller gibi konulara değindiler. Buluşmanın kısa özetini sizler için hazırladık.

Aylin Seçkin: Bir sanat eleştirmeni, sanat hukukçusu, küratör, sanatçı, koleksiyoner ve çok daha fazlası olarak etkinlik gösteriyorsunuz sanat alanında. Hepsini bir arada yürütmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Kenny Schachter: Uzun yıllardır yazıyorum, öğretiyorum ve üretiyorum ama başından beri bir koleksiyonerim. Hukuk alanında eğitim aldıktan sonra sanata yöneldim ve bu konuda bildiğim her şeyi kendim öğrendim. Bu süreçte iki üniversitede şu an yürüttüğüm derslerin de büyük bir etkisi var.

A.S: Sizce sanat dünyası pandemi sonrasında ayakta kalmayı başaracak mı?

K.S: Sanat dünyası ayakta kalmak ile yetinmiyor, son haftalarda gerçekleşen müzayedeleri incelediğimizde aslında nasıl yükseleceğinin de sinyallerini de veriyor. Sanatın her zaman akış içerisinde kendisi için en uygun olanı bulacağına inanıyorum. Her ne kadar büyük sanat fuarları bu sene gerçekleşmemiş olsa da gerçekleşen sistematik değişimler özellikle küçük çaplı yerel galerilerin yükselişe geçmeleri için gerekli zemini hazırladı. Özellikle müzayedeler dijital platformlar aracılığıyla çok daha büyük bir kitleye ulaşmaya başladı.

A.S: Yerel galeriler için bahsettiğiniz yükselişin ekonomide “Home Bias” denilen durumdan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Başlıca sanat merkezlerinin dışında yer alan ve uluslararası aktörlere odaklanan koleksiyonerler kendi ülkelerindeki sanat ortamına yakınlaşma imkanını da bu süreçte buldular çünkü.

K.S: Küçük çaplı ve yerel aktörler için dediğiniz durum kesinlikle geçerli. Öte yandan küçük ve orta çaplı galerilerin çevrimiçi ortamlar yer alması ve erişilebilir fiyatlardaki sanat eserlerinin internet aracılığıyla satın alınabiliyor olması çok fazla şeyi değiştirdi. E-ticaretin bu denli yükselişte olduğu bir dönemde sanat eserlerinin internet üzerinden satışa sunulması büyük bir ivme yarattı.

A.S: Bir makalenizde sanat piyasasının “Disneyleştiği” yönünde eleştiriler yapıyorsunuz.

K.S: Pek çok alanda çalıştım ama sanat kadar yavaş değişen bir alan olmadığını düşünüyorum. Sanatın bazı galeriler tarafından bir “yaşam stili trendi”ne dönüştürüldüğünü düşünüyorum. Bir de diğer yandan sanatın deneyim haline getirilerek sunulduğunu ve bundan büyük kazançlar elde edildiğini görüyoruz. Müze sergilerinin değişik formatlarda tekrar sunulduğuna şahit oluyoruz. Ama iş sanata geldiğinde ben kendimi eski usul olarak tanımlıyorum ve hala boya kokusunu içime çekmek bana heyecan veriyor.

Aylin Seçkin

A.S: Gördüğüm kadarıyla çeşitlilik sanat dünyasında savunduğunuz bir temel. Zevkin ve seçimlerin çeşitliliği sizin için fazlasıyla önemli. Ekonomide “Keeping up with the Joneses” olarak tabir ettiğimiz insanların yakınlarındaki satın alma şekillerini ve isteklerini taklit ettiği bir tüketim modeli var. Belli sanatçıların belli koleksiyoner grupları tarafından sıklıkla tercih edildiğini ve eser fiyatlarının fazlasıyla yükseldiğini görüyoruz. Bu çeşitlilikten uzak satın alma alışkanlıklarının sanat sektörünü nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

K.S: Her koleksiyonerin bu sürece girdiğinde sanat eserlerine yüklediği anlamlar birbirinden farklı oluyor. Sanat bazıları için hayatı anlamlandırmak için bir adım olabileceği gibi diğerleri için finansal bir yatırım kaynağı da olabilir. Ancak yine de büyük genellemeler yapmamak ve etiketler ile yaklaşmamak taraftarıyım. Bana kalırsa kimin hoşuna ne gidiyorsa sadece onu yapmalı ve bu başka kimsenin sorunu olmamalı. Benim koleksiyonum beni yansıtıyor, farklı dönemlerden ilgimi çeken eserleri bir araya getirdim ve önemli olan yalnızca bu.

A.S: Birleşik Arap Emirlikleri’nin yaratmaya çalıştıkları kültür adası ve Louvre Abu Dhabi projesi hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Sizce güvenilir kurumlar inşa edilebilecek mi?

K.S: Bu konu aslında sanatın toplumdaki yeri ile alakalı. Louvre Abu Dhabi için satın alınan Leonardo da Vinci’nin Salvator Mundi tablosu ise tek başına bir sanat eseri değil ancak kültürel ve toplumsal bir yatırım aracı aynı zamanda. Ülkedeki rejimin saygınlığını arttırmak ve turizm dalgası yaratmak amacı güden bir hareket aynı zamanda kültür adası. George Condo ve Yayoi Kusama gibi sanatçıların eserlerinden oluş bir çağdaş sanat koleksiyonu bir araya getirmeye çalıştıklarını da biliyoruz ama şu an New York’ta tanıdığım hiç kimsenin aniden ziyaret etmeye karar verebileceği bir yer değil Birleşmiş Arap Emirlikleri.

Kenny Schachter, Fotoğraf Kaynağı: londonconnoisseur.co.uk

A.S: Geçmiş makalelerinizde Salvator Mundi’nin izini sürmeye çalıştığınızı da hatırlıyorum. Louvre’da düzenlenen büyük Leonardo da Vinci sergisinde görememiştik Salvator Mundi’yi, nedeni neydi sizce?

K.S: Bana kalırsa eser sahipleri, Salvator Mundi’nin Vinci’nin kendisine ait olup olmadığı ile ilgili söylentiler devam ederken, tablonun geniş izleyici kitleleri ve uzmanlar tarafından mercek altına alınması olasılığını göze alamadılar. Kontrol ile ilgili bir hareketti diyebilirim, eserin tarihi, görünümü ve etrafındaki tartışmaları yönetmek aynı zamanda Salvator Mundi’nin finansal değerini de korumak demek çünkü.

A.S: Değişmekte olan politik iklimin sanat dünyası üzerindeki etkilerini nasıl yorumluyorsunuz? Sizce koleksiyonerler muhafazakarlaşıyorlar mı? Soruyu sorma sebebim ise geçtiğimiz günlerde ertelenen Philip Guston sergisi, politik anlamda eleştirilere yol açacağı düşünülerek ileri bir tarihe kadar rafa kaldırıldı biliyorsunuz ki.

K.S: Bahsettiğiniz durumların müzelerde hüküm süren politik doğruculuk eksenindeki hareketleri ile ilgilisi. Özellikle Amerika’daki büyük müzeler koleksiyonlarındaki sanat eserlerini daha geniş bir temsiliyet sağlamak amacıyla satıyor ve farklı etnik gruplardan, kimliklerden sanatçıların işlerine yer veriyor. Bana kalırsa sanat dünyası oldukça ırkçı ve eşitsizliğin hüküm sürdüğü bir yer. Ancak tarihte ilk defa bu kadar geniş bir temsiliyetin sağlandığı dönemi yaşıyoruz. Öte yandan iki yüzlülüğün de nasıl yansımaları olabileceğini görüyoruz, galeriler sanatçılarını sadece sahip oldukları kimlikler üzerinden tanıtmaya başladılar ve bu noktada önemli olanın sanatın, eserin kendisi olduğu kolaylıkla gözden kaçıyor.

Philip Guston’a gelince, politik doğruculuk 90’lardan sonra sanat dünyasında dikkate alınmaya başlandı. Siyasetin sanata olan etkisini Goya’dan bu yana gözlemleyebiliyoruz. Guston sergisi yüklenmek için fazla ağır bir yüktü ve müze danışma kurumu da Amerika’nın içinde bulunduğu siyasi iklim ve kaos düşünüldüğünde Klu Klux Klan gibi konulara eserlerinde yer veren sanatçının işlerini halka açmaktan çekindi.

Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında Türkiye’den ve dünyadan önemli sanat aktörleri ile gerçekleştireceği röportajlar serisini Art50.net üzerinden sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.

Konuşmanın tamamına bu link üzerinden l0Z+wS+w şifresini kullanarak erişebilirsiniz.

 

Hazırlayan: Badenur Özcan

    If your proposal is evaluable, a return will be made within 5 working days. If you do not get a response to your offer within 5 working days, it means that your offer is not likely to be evaluated.




      Teklifinizin değerlendirilebilir olması durumunda en geç 5 iş günü içerisinde dönüş yapılacaktır. 5 iş günü içerisinde teklifinize yanıt alamamanız teklifinizin değerlendirilme olasılığı bulunmadığı anlamına gelmektedir.



        Love, Share, Live with Art

        Turkish and world art market, new works and artists
        Subscribe to our newsletter to follow us closely.