Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde yürüttüğü Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında düzenlediği röportajlar serisi sanatın uluslararası ulaşılabilirliğine kurucusu olduğu “Accessible Art Fair” sanat fuarı ile önemli bir katkı sağlayan ve sürdürdüğü sanat odaklı girişimcilik projeleri ile dikkat çeken Stephanie Manasseh ile devam ediyor.
Kanadalı sanat girişimcisi Stephanie Manasseh, kurucusu olduğu SM Sanat Danışmanlık şirketi ve Accessible Art Fair ile, sanatın çeşitli alanlarında yoğun etkinlik göstermeye devam ediyor. Goldsmiths Univesity’de küratörlük üzerine aldığı eğitimi Sotheby’s Institute of Art’da gerçekleştirdiği çalışmaları ile destekleyen Manasseh, yürüttüğü çeşitli projelerin yanı sıra küratörlüğünü gerçekleştirdiği sergiler de düzenliyor. 2004 yılında Belçika’da başlayan ve şimdiye kadar Antwerp, Tel Aviv ve New York’ta devam eden Accessible Art Fair, sanatçıların kendilerini temsil edebilecekleri, ulaşılabilir ve etki alanı yüksek bir fuar olarak varlığını sürdürüyor. Ayrıca BMW, Montblanc, American Express, Tiffany, The New York Times ve Alfa Romeo gibi marka ile yaptığı işbirlikleri, Manasseh’in özel sektörün ilgisini sanata yoğunlaştırmak amacıyla gerçekleştirdiği önemli projeler arasında yer alıyor.
Seçkin ve Manasseh’in sanat dünyasındaki gelecek trendleri, özel sektörün sanat dünyası ile kurduğu ilişkileri ve sanatın ulaşılabilirliğini arttırmak amacıyla atılabilecek adımlar üzerine konuştukları buluşmanın kısa bir özetini sizler için hazırladık.
Aylin Seçkin: Bugün New York’tan Stephanie Manasseh ile beraberiz. Sanat danışmanlığı yapıyorsunuz ancak sanat ile ilgili çeşitli girişimcilik projeleri de yürüttüğünüzü biliyorum. Eğitiminizi sanat tarihi alanında aldıktan sonra kariyer yolculuğunuzda bu noktaya nasıl geldiğinizi merak ediyorum.
Stephanie Manasseh: Aslında sanat tarihçisi değilim, biraz geçmişimden bahsedecek olursam ailem İsrail’den Kanada’ya göç etmişler. Annem sanatçı olduğu için çocukluğumdan bu yana sanat ile iç içe büyüdüm. Eğitim alanında uzmanlaştıktan sonra Prag’ta İngilizce öğretmenliği yaptım. Eşim ile Milano’ya taşınınca annemin eserlerini daha geniş bir izleyici kitlesine ulaştırmak amacıyla çeşitli galeriler ile görüşmeye başladım. Benim için oldukça yeni olan bu süreç sırasında sanat dünyası ve sistemin işleyişi hakkında fikirlerim şekillenmeye başladı. Sanatçılar için bu ortamın fazlasıyla zorlu olduğunu farkettim çünkü bildiğiniz gibi aynı anda oldukça fazla sanatçı bir galeriye dahil olmaya, tanınırlık kazanmaya ve eserlerini sergilemeye çalışıyor. Sonrasında Belçika’ya taşındık, orada da sanat çevrelerinden insanlar ile tanışmaya ve iletişimimi sürdürmeye devam ettim ancak sanat dünyasının ne kadar kapalı bir yapı olduğu bir kez daha anladım. Sanatçılar ile buluşmaya, sergilere katılmaya devam ederken aslında yapmak istediğim şeyin sanatçıların galerilere dahil olmadıkları bir sistem yaratmak olduğunu anladım.
Bütün bunların sonucunda “Accesible Art Fair”i kurmaya karar verdim. 13 yıl önce başlayan ve sanat piyasasında fazlasıyla yeni olan bu fuar, aynı zamanda sanatçıların kendilerini bireysel olarak temsil edebildikleri ilk geniş çaplı etkinliklerden birisi oldu. Bugün “Accesible Art Fair”, uluslararası sanat etkinlikleri arasında kabul edilen ve takvimlerde yer alan bir organizasyon haline geldi. Bütün bunlar olurken bir yandan küratörlük ve sanat alanında eğitim almaya devam ettim.
A.S: Accesible Art Fair’den biraz daha geniş çaplı bahseder misiniz?
S.M: Accesible Art Fair aslında kendi temsiliyetini üstlenen ya da galerileri ile açık bir anlaşma içerisinde bulunan sanatçılara yönelik bir oluşum. Katılım için başvuran sanatçılardan portfolyolarını bize göndermelerini istiyoruz. Sonrasında aralarında önemli isimlerin bulunduğu jüri, fuarda yer alacak sanatçıları seçiyor. Sanatçılara fuar süresince koleksiyonerler ve sanatseverler ile buluşma imkanı sağlıyoruz. Ayrıca büyük sanat fuarlarından farklı olarak sanatçıların da bir araya geldiklerini ve iletişime geçtiklerimi gözlemleme fırsatımız oluyor.
A.S: Fuarın geçmiş yıllarına ait verileri saklıyor musunuz?
S.M: Tabii ki, fuarın internet sayfası üzerinden son iki yılda etkinliğe katılan sanatçılara ait bilgileri bulabiliyorsunuz. Aslında 13 yılın verisini de paylaşmak oldukça iyi bir fikir gibi geldi sorunuzun ardından. Fuara katılan sanatçılar ile fazlasıyla pozitif bir iletişimimiz olduğu için etkinlik sonrasında da çeşitli projelerde beraber çalışmaya devam ediyoruz. Örneğin şu an internet sayfamız üzerinden dijital bir pop-up sergi düzenliyoruz, 30 sanatçılık bu seçkinin bütün katılımcıları fuarın geçmiş yıllarında bizim ile beraberdi. Bu konuşmanın ardından fuarın son on yıllık seçkisini paylaşmak etkinliğin ve sanatçıların değişimini de gözlemleyebilmek adına atmak istediğim bir adım olacak.
A.S: Stephanie, şirketler için de başarılı projelere imza attığını biliyorum, biraz bahsetmek ister misin bu alandaki çalışmalarından?
S.M: Evet çeşitli markalar ile çalıştım çünkü zamanla şirketlerin sanat alanında yaptıkları işbirliklerine oldukça değer verdiğini anladım. Örneğin Montblanc ile üç yıl boyunca çeşitli projeler üzerine çalıştık. Accesible Art Fair’e katılan izleyiciler en sevdikleri eserlere ve sanatçılara oy verdiler ve sonucunda seçilen eseri Montblanc koleksiyonu için satın aldı. Markalar ile sanat piyasasını bu şekilde ilişkilendirmeye çalışıyorum ve şimdiye kadar yürüttüğümüz projeler fazlasıyla iyi sonuçlar verdi. Bu projelere bir diğer örnek ise, American Express için kart sahiplerinin puanları karşılığında Accesible Art Fair’de yer alan belirli sanat eserlerini alabilecekleri bir katalog hazırladım yaklaşık 5 yıl önce.
A.S: Bir ekonomist olarak, sanatın yatırım portfolyolarındaki rolü ve bir yatırım aracı olarak sanat konularında çalışmalar yapıyorum. Bütün bunların yanında aslında sanatın oldukça iyi bir pazarlama aracı olduğunu düşünmeye başladım.
S.M: Markalar özelinde konuşacak olursak sanatın pazarlama alanında fazlasıyla etkin olarak kullanıldığını düşünüyorum. Markalar isimlerini ve kimliklerini sanat ile yakından ilişkilendirmek konusunda çok istekliler. Bu amaçla kurulan işbirliklerinde sanat önemli bir pazarlama aracı olarak karşımıza çıkıyor. Kurulan bu yakınlığın şirketlerin sanat olan ilgisini arttırmasını ve sanatçılara verilen bu desteği oldukça olumlu buluyorum.
A.S: Bahsettiğimiz bu durumun farklı kurumları ve şirketleri de sanat koleksiyonu oluşturmaya teşvik ettiğini düşünüyor musunuz?
S.M: Kesinlikle, pandemi sürecinin bütün bu işleyişi de etkilediğini düşünüyorum. Birçok önemli kurumun, Deutsche Bank gibi, koleksiyonlarından eserleri satışa çıkarttıklarını gördük. Ancak sonrasında satılan eserlerin gelirleri ile koleksiyonlarına yeni eserler eklemeye başladılar. Bana kalırsa koleksiyon oluşturma ve geliştirme yöntemlerinde ilginç değişiklikler yaşanacak. Eski Ustaların ve Modern dönem sanatçıların eserlerinin yoğunlukta olduğu koleksiyonlarında bu işlerin yerini yavaş yavaş çağdaş sanat eserlerinin alacağını düşünüyorum önümüzdeki yıllarda.
A.S: Dijital sanat ve dijital sanat eserlerini koleksiyona dahil etmek konusundaki fikirlerinizi merak ediyorum.
S.M: Aslında benim de yeni yeni öğrenmeye ve kendimi geliştirmeye başladığım bir alan çünkü dijital sanatın ve dijital sanat etkinliklerinin önemli bir ivme kazandığını gözlemleme fırsatım oldu. Şu an üzerinde çalıştığımız proje de aslında doğrudan bu konu ile ilişkili. Arttırılmış gerçeklik (AR) programlarını heykeller ile nasıl birleştirebileceğimiz konusunda bir araştırma yapıyoruz. Genç kuşaktaki olası sanat izleyicilerinin farklı özellik ve ihtiyaçlarını da düşünerek böyle bir sürece girdik. Bahsettiğimiz genç insanlar sanat ile farklı bir bağ kurma isteği içerisindeler, yoğun olarak görsel bombardımana maruz kalıyorlar ve odaklanma süreleri de düşük. O yüzden onlar ile kuracağımız ilişkide bütün bu değişimleri de göz önünde bulundurmaya özen gösteriyoruz. AR’ın bu diyaloğu güçlendirici bir etkisi olduğuna inanıyorum. Sanat kurumlarının da dijital sanata yönelmeye başladığını görüyoruz.
Konuşmanın tamamına bu link üzerinden zL?!3R7B şifresini kullanarak erişebilirsiniz.
Hazırlayan: Badenur Özcan