Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde yürüttüğü Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında düzenlediği röportajlar serisi uluslararası sanat sahnesinin tartışmalı ismi Stefan Simchowitz ile devam ediyor.
Aylin Seçkin’in Simon de Pury ile gerçekleştirdiği söyleşiye de buradan ulaşabilirsiniz.
Genç Sanatçı Avcısı Stefan Simchowitz
29 Ekim 2020
1970 yılında Johannesburg’da doğan Stefan Simchowitz finans ve sinema alanlarında çalıştıktan sonra 30’lu yaşlarının başında sanat koleksiyonuna ağırlık vererek sanat danışmanlığı ve küratörlük gibi farklı rollerde sanat sahnesinde kendisine yer edinmeye başladı. Yoğunlukla henüz kariyerlerinin başında bulunan genç sanatçıların üretim ve yaşamsal süreçlerini destelemek sonrasında da eserlerini piyasa ve koleksiyonerler ile buluşturmak üzerine kurulu iş modeli Simchowitz’i çokça konuşulan bir isim haline getirdi. Yaptığı hızlı alımlar-satımlar sıklıkla eleştirilirken Simchowitz sanat otoriteleri tarafından Faust’a, Sith Lorduna ve bazen de genç sanatçılar ile ruhları karşılığında anlaşmalar yapan şeytana benzetildi. Yükselişte olan sanatçıların ihtiyaç duyduğu sermayeyi ve desteği sağlayan Simchowitz aynı zamanda sanat piyasasının işleyişine karşı eleştirel bir tavır takınmaya devam etti.
Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında çevrimiçi toplantı yoluyla bir araya gelen ikili sanat aktörlerinin işleyişi, genç sanatçıların piyasadaki konumları, günümüz koleksiyonerlik algısı gibi konulara değindi. 29 Ekim’de gerçekleşen buluşmanın kısa bir özetini sizler için hazırladık.
A.S: Bize bugünlerde neler planladığınızdan bahseder misiniz?
S.S: Simchowits adında bir galeri açmayı düşünüyoruz önümüzdeki yılın başlarında. Uzun yıllardır özellikle genç sanatçılarından eserlerinden oluşan oldukça geniş bir koleksiyon yaratma fırsatı bulduk. Bana kalırsa diğer müze, galeri ve sanat kurumlarından farkımız, hız ve kararlılık olacak, çünkü bahsettiğim kurumlar bugünün şartların için fazlasıyla yavaşlar.
A.S: Özellik merak ettiğim bir diğer konu ise koleksiyonerliğe nasıl başladığınız. Koleksiyonunuzu genişletirken nasıl bir yol izliyorsunuz? Sizi en çok etkileyen işleri mi bir araya getiriyorsunuz yoksa koleksiyonun devamı için kafanızda bir kurgu oluyor mu?
S.S: Babam koleksiyonerlik ile oldukça ilgiliydi, annem ise bir sanatçıydı. Güney Afrika Yahudileri olarak sanat ve kültürün bizim hayatımızda çok büyük bir yeri var. Kimliğim, ailem ve sahip olduğum imtiyazlar düşünülünce bu alana yönelmem çok doğal oldu.
Savaş sonrası dönemde ortaya konulan sanat eserlerinin sınırları oldukça keskin. Anlaşılabilir bir durum tabii ki bu çünkü o dönem için küçük piyasa içerisinde işleyen küçük sanat kurumlarından ve dar bir koleksiyoner grubundan bahsedebiliriz. Sanat dünyası genişledikçe ve uluslararası etkileşim fırsatları çoğaldıkça koleksiyonerlik de bir o kadar değişti.
Batı sanatının sabit yapısına eleştirilerin yöneltildiği şu günlerde benim bir sanat eseri satın alırken aradığım özellikler kaliteyi, profesyonelliği, yeteneği bulmak ve merkezi sistemler tarafından dışlanan sanatçılara uluslararası ölçekte imkan sağlamak. Bana kalırsa bugünün sanatçıları Batı sanatının keskin gerekliliklerinden kurtulmuş durumdalar, kurumların, sistemin işleyişinin eleştirilebiliyor olması sanata çok daha fazla alan tanıyor. Post-modern kimlik politikaları ile beraber sanat piyasasında da heyecan verici değişimlerin yaşandığını görüyoruz.
A.S: Sanat çevreleri tarafından sıklıkla çok eser almanız ve çok eser satmanız sebebiyle eleştiriliyorsunuz.
S.S: Evet çok eser alıyorum ve çok eser satıyorum çünkü başarılı bir galerici olmak bunu gerektiriyor. Bu konuda çıkan haberler çoğunlukla doğruluk içermiyor ama sanatçılara ön ödeme yaparak eserleri satın alıyorum böylelikle galerilerin aracılığını en aza indiriyorum. Çok sık eleştirildiğim bir durum olsa da sanatçıların üretim aşamasında ihtiyaçları olan sermaye çoğu zaman göz ardı ediliyor. Bana kalırsa beraber çalıştığım sanatçılara bu imkanı sağlıyor olmam büyük önem taşıyor.
Galerilerin belirli noktalardaki işleyişlerini sorgulanabilir buluyorum. Öncelikle popüler sanatçılarının eserlerini piyasa fiyatının altında satmaları, bahsi geçen sanatçıların kariyerlerini olumsuz yönde etkiliyor. Diğer yandan galerilerin eserleri hangi koleksiyonerlerin aldığı ile fazla ilgililer.
A.S: Her ne kadar sistemin kendisini eleştirseniz de yine sistemin araçları ile hareket etmeyi seçiyor gibisiniz. Galerilerin işleyişi hakkında söyledikleriniz ve galeri açma isteğiniz bir arada düşünüldüğünde bir ikilem yaratıyor gibi?
S.S: Eleştirilerimin amacı sistemi yerle bir etmek değil yeniden düzenlenmesini, düşünülmesini sağlamak. Kurumlar çok daha iyi yönetilebilir, sistemin daha esnek, açık ve yaratıcı olması için bir çağrı yapıyorum aslında. Dinamizme ve değişime ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
A.S: Bugün sanat piyasasına baktığım zaman her yıl sisteme dahil olan sanatçı sayısı yükselse de koleksiyoner hacmi aynı oranda genişlemiyor. Arz-talep ilişkisine benzetebileceğimiz bu durumun sistemde var olan dengesizliklerin önemli bir kısmını oluşturduğunu düşünüyorum.
S.S: Bahsettiğiniz durumu biraz da galeri sisteminin yarattığı “doğru sanat” kıtlığı algısına bağlıyorum.
A.S: Henüz bir sergi düzenlememiş yeni bir sanatçının eserlerini nasıl fiyatlandırmalıyız? Bir ekonomist olarak seçeneklerden birinin başka eserlerin fiyatları ile karşılaştırarak belirlenebilecek göreceli fiyat olduğunu düşünüyorum.
S.S: Öncelikle belirli kurumlarla çalışmanın getirdiği bir fiyat farkı kesinlikle oluyor. Genç sanatçılar, üretim aşamasında ihtiyaçları olan sermaye ile beraber eserin üretiminden sonra gerekli olan lojistik detayları da düşünmeli.
Göreceli fiyat işlemini uygulamanın bazı durumlarda zararlı olduğunu düşünüyorum çünkü küçük çaplı galerilerin sıklıkla yeni sanatçıların işlerini değerinin üzerinde rakamlara satmaya çalıştığını görüyoruz. Bana kalırsa genç sanatçılar eserlerinin satılacağı fiyatlar kadar üretimlerinin satılmasına, uluslararası ölçekte dağıtılmasına odaklanmalılar zaten önlerinde üretmek ve daha da yükselmek için yıllar olacak.
A.S: Bu alanda karşımıza çıkan diğer problemlerden biri ise koleksiyonerlerin ellerinde biriken fazla envanteri, eserlerin piyasa değerini düşürmeden elden nasıl çıkartacakları ile ilgili.
S.S: Düşünmemiz gereken nokta eserlerin nasıl satılacağı değil nasıl daha fazla insanı sanata yakınlaştırmak, koleksiyoner sayısını arttırmak olmalı. Sanat eseri alma potansiyeli olan insanları yabancılaştırmak yerine sanat ile karşılaşma alanlarını arttırarak koleksiyoner hacmini geliştirmek büyük bir önem taşıyor.
A.S: Hollywood’daki geçmişiniz ile ilintili olarak eğlence sektöründen isimlerin de sanat eseri aldıklarını biliyoruz.
S.S: Medyanın nasıl çalıştığını düşünürsek sanat sektörü de gösteri dünyasının bir parçası haline geldi. Ayrıca galeriler ve ünlü insanlar herhangi bir eser aldıkları zaman bunun reklamını yapmaktan çekinmiyorlar ama bana kalırsa Hollywood’da ya da spor dünyasında gerçek manada koleksiyonerler bulunduğunu düşünmüyorum. Tabii ki bahsettiğimiz insanların sanat piyasası içerisinde ilgisini çeken kısım yoğunlukla finansal getiriler yönünde oluyor.
Konuşmanın tamamına bu link üzerinden QHu3$W8X şifresini kullanarak erişebilirsiniz.
Prof. Dr. Aylin Seçkin’in Sanat ve Kültür Ekonomisi dersi kapsamında Türkiye’den ve dünyadan önemli sanat aktörleri ile gerçekleştireceği röportajlar serisini Art50.net üzerinden sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.
Hazırlayan: Badenur Özcan