Beklenmedik Bir Yeraltı Galerisi
Bazen seyahatte en çok akılda kalanlar planlamadıkların oluyor. Stockholm’e giderken bilinen sanat müzeleri listemdeydi: Nationalmuseum, Moderna Museet, Fotografiska… Hepsi etkileyiciydi ama “başka bir şey yok mu?” diye sormaya başladım kendi kendime. Sanat dolu ama kendine özgü, çok farklı ve “cool” bir şey.
İşte o noktada Stockholm metro sistemi çıktı karşıma—ve hiç beklemediğim şekilde seyahatimin en güzel parçası oldu.
Stockholm’ün metro ağı sadece bir ulaşım aracı değil; yerin altında saklanmış, halka açık uçsuz bucaksız sergi salonları. (Üstelik şehrin değişken havasından da korunmak için ideal.) Her biri farklı bir ruh taşıyan yüz kadar istasyon var. Kimi dramatik, kimi dingin, kimi çok renkli, kimi politik. Bazıları ta metronun ana girişinde sizi karşılayıp, yürüyen merdivenlerde, geçişlerde, tüm peron boyunca devam ediyor; kimileri bunların sadece birinde ama çok çarpıcı, kimisini tren kalktıktan sonra farkediyorsunuz. Keyifli bir treasure hunt gibi.
Gün içinde 15’ten fazla istasyonun altını üstüne getirdim, sonunda bu yazıda yalnızca bende en çok iz bırakanları anlattım.
T-Centralen
Stockholm metrosunun kalbi. T-Centralen her şeyin başladığı yer—ilk sanat eserinin bir metro istasyonunda yer aldığı nokta. Ama beni en çok etkileyen kısım, 1975’te açılan Mavi Hat platformu oldu. Duvardan tavana uzanan zarif sarmaşık motifleri, mavi tonların huzur veren etkisiyle birleşince, şehrin koşturmacasında kısa bir duraklama noktası yaratıyor.
Sanatçı Per Olof Ultvedt, kinetik heykelleri ve Jean Tinguely ile Niki de Saint Phalle’le yaptığı işbirlikleriyle tanınır. Bu istasyonda ise bambaşka bir ruh hali yaratmak istemiş. Mavinin sadece estetik değil, sakinleştirici etkisi de olduğu düşünülüyor—özellikle de insanların aceleyle tren değiştirdiği bir durakta. Gerçekten de birkaç saniyeliğine nefes alıyormuşsun gibi.
Tekniska Högskolan
Bilime meraklıysan, burası tam sana göre. İsveç’in teknik üniversitesi KTH’nin altında yer alan bu istasyon, buluşların ve bilimin bir kutlaması gibi.
Lennart Mörk, platformu bilim tarihine göndermelerle donatmış: Kopernik’in güneş merkezli sistemi, Newton’un hareket yasaları, Leonardo da Vinci’nin uçuş makineleri ve Polhem’in mekanik alfabesi. En dikkat çekici olanıysa, tavandan sarkan beş dev Platonik katı cisim. Her biri bir elementi simgeliyor: ateş, su, hava, toprak ve eter. Biraz fizik laboratuvarı, biraz bilim katedrali gibi.
Stadion
Stadion, Stockholm’ün ilk “mağara istasyonlarından” biri. O zamanlar insanlar bu tarz istasyonlara pek sıcak bakmamış—yer altı = karanlık ve rahatsız edici. Sanatçılar da tam tersine bir his yaratmak istemiş: İstasyonun parlak mavi tavanına dev bir gökkuşağı yerleştirmişler.
Yakınlardaki Östermalms IP, her yıl Stockholm Onur Yürüyüşü’nün kalbi. Gökkuşağı o zamanlar Onur’a özel yapılmamış olsa da, artık adeta bir hoş geldin bayrağı gibi. Renkler sadece mekanı aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda hemen yukarıda bir gökyüzü olduğunu da hatırlatıyor. Ve bu bölgenin geçmişi de burada: 1912 Olimpiyatları bu yakınlardaki stadyumda düzenlenmiş.
Kungsträdgården
Belki de Stockholm’ün en teatral istasyonu. Şehrin en eski parklarından birinin hemen altında. Yüzeydeki Fransız bahçelerine atıfla yeşil, beyaz ve kırmızı renkler kullanılmış. Duvardaki heykeller, eskiden burada bulunan Makalös Sarayı’nın dış cephesinden alınmış replikalar.
Burası sadece tarihi değil, biyolojik olarak da özel: Kungsträdgården, Kuzey Avrupa’da mağara örümceği Lessertia dentichelis’in görülebildiği tek yer. Büyük ihtimalle inşaat makineleriyle Güney Avrupa’dan gelmiş. Bu istasyon, yerin altındaki kendi küçük evrenine sahip.
Solna Strand
Solna Strand’da bir tür içsel sessizlik hâkim. Tavan boyunca süzülen beyaz “göksel küpler”, karanlık mağara duvarlarıyla kontrast oluşturuyor. Japon heykeltıraş Takashi Naraha’nın alametifarikası bu.
Sanatçı genellikle Yin-Yang temasıyla çalışıyor ve burada da bu zıtlığı hissettiriyor. Yukarıdaki gökyüzüne gönderme yapan beyaz küplerin karşısında, istasyonun dışında duran tek bir siyah küp yer altındaki karanlıkla bağlantı kuruyor. Biraz şiirsel, biraz felsefi, mimari bir haiku gibi.
Solna Centrum
Solna Centrum’a adım attığında, sanki dramatik bir İskandinav tabloya girmiş gibi hissediyorsun. Tavan kızıl bir gün batımı gibi parlıyor, duvarlar çam ormanlarının yeşiliyle kaplı. İsveç’in stilize bir manzarası: yoğun ormanlar ve güneşin ağaçların ardında batışı.
Başta sanatçılar sadece bu etkileyici renk paletini kullanmış ama sonra bir şeylerin eksik olduğunu fark etmişler. Geri dönüp duvarlara 1970’ler İsveç’inin tartışmalı meselelerini de resmetmişler: ormansızlaşma, çevresel tahribat ve kırsal alanların boşalması. Burası sadece güzel değil, aynı zamanda bir şey söylüyor.
Tensta
Tensta, Stockholm’ün kültürel çeşitliliğiyle bilinen semtlerinden biri ve istasyonun sanatı da tam bu kimliği yansıtıyor. Beyaz duvarların üzerinde oynak seramik hayvan figürleri, yaprak motifleri ve “Dayanışma”, “Akrabalık”, “Göçmenler için bir gül” gibi ifadeler göze çarpıyor.
Sanatçı Helga Henschen, burayı herkes için sıcak, kapsayıcı ve umut dolu bir alan haline getirmek istemiş. Gerçekten de öyle olmuş. Her detayın arkasında bir niyet hissediliyor.
Mörby Centrum
Bu istasyon gözle oynuyor. Platformun bir ucundan bakınca duvarlar beyaz ve pembe gibi görünüyor, diğer uçtan ise beyaz ve grimsi yeşil. Aslında sabit bir boya yok; bu etki, ışık ve gölgeyle oluşturulmuş bir optik illüzyon.
Sanatçılar duvarın gölgelerini iki farklı yönden boyamışlar. Amaçları, bir yolculuk boyunca manzaranın ve bakış açısının değiştiğini göstermekmiş. Nereye gittiğine değil, nereden geldiğine göre her şey başka görünebilir.
Rådhuset
Burası bir arkeolojik kazı alanı gibi hissettiriyor. Stockholm Adliyesi’nin altında, Kungsholmen adasında yer alıyor. Duvarları Atlas Dağları’ndaki renkleri anımsatan pudra pembe tonlarıyla kaplı.
Sanatçı Sigvard Olsson, soyut dışavurumculuktan ilham almış ve burada yerin altına gömülmüş bir tarih duygusu yaratmak istemiş. Dikkatli bakarsan, eski Kungsholmen’e ait izleri görebilirsin—zamanla toprağın altına gömülmüş, şimdi bu mağaranın içinde ortaya çıkmış parçalar.
Akalla
Akalla’nın duvarları toprak tonlarında—sıcacık bir hardal rengi. Seramik panellerde işçi hayatı, aile, gündelik yaşam, dayanışma gibi temalar canlandırılmış. Sanatçı Birgit Ståhl-Nyberg, bu işi 1977’de yapmış ve eserlerinde dönemin sosyal ideallerini yansıtmış.
Fransız Kübisti Fernand Léger’den etkilenmiş olan Ståhl-Nyberg, politik duruşunu sanatına yansıtmış. Güçlü, ayakları yere basan bir istasyon.