Plato Sanat Türkiye’nin çağdaş sanat ortamında önemli bir yere sahip. Küratör Marcus Graf ile hazırladığı sergilerle dikkat çeken kurumun Sanat Direktörü Ayşegül Yazıcı ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Plato Sanat hangi amaçla kuruldu? Okul hangi alanlarda öğrenci yetiştiriyor? Plato Sanat’ta sergi yapma fikri nasıl doğdu? Plato Sanat’ın ticari galerilerden farklı bir misyonu var. Bu misyonu anlatabilir misiniz?
Mesleki eğitime odaklanacak bir okulda, Plato Sanat’ın kampüsün en can alıcı yerinde, omurgasında yer alması bizim için ilk çıkış noktasıydı. Öğrencilerin her gün dersliklere gitmeden önce en azından bir kez içinden geçmesi, galerimizi de adeta ‘zorunlu bir derslik’ haline getirecekti. Plato Sanat’ı kurarken sanat ile karşılaşmayı, sanatı eğitimin mutlak bir parçası haline getirmeyi ve ‘bilinçaltına işlemeyi’ bu şekilde hedefledik diyebilirim. Bugün Plato Meslek Yüksekokulu olarak 4000 civarında öğrencimize Medya, Tasarım ve İletişim bölümlerinde eğitim veriyoruz. Bu, az bir sayı değil ve sadece bu açıdan bakacak olursak bile Plato Sanat’ın yerleşke içindeki konumunun önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Plato Sanat’ın misyonunu oluştururken bir diğer hedefimiz de eğitim kurumları içinde rastladığımız çizgi üstüne bir türlü çıkamayan sergileri aşmak, tabiri yerindeyse ‘kült’ sergileri izleyicilerimizle buluşturabilmekti. Bunu da başardığımıza inanıyorum. Sergilerin kurulum aşamasında ve sonrasında aldığımız tepkiler ve bu tepkilerin çeşitliliği beni özellikle memnun ediyor; çünkü yaptığımız işin bir kitleye ulaşabildiğini ve cevap aldığını görmek, galerinin yaşadığının da bir kanıtı oluyor. Yıllar içinde ilk bakışta eserlere önyargılı yaklaşan bir öğrencinin zamanla meraklandığını, bir süre sonra kendisinin de bir şeyler üretmek istediğini gözlemliyoruz. Biz sergi yerleştirdikçe bu frekans da artıyor. Daha önce mezun olduğu lisesinden çıkıp gelen ve sanatsal bir faaliyetle o veya bu şekilde hiç teşrik-i mesaisi olmamış olan öğrencilerle, okulumuzdan mezun olduktan sonra sergi açılışlarında karşılaşmak benim için harika bir duygu!
İlk serginiz?
Plato Sanat’taki ilk sergimiz, Başak Şenova küratörlüğünde gerçekleşen Katalan sanatçı Daniel Garcia Andujar’ın Postkapital Arşiv 1989-2001 adlı sergisiydi. Sergi, multimedya enstalasyonu ve açık veritabanı olarak tasarlanan ve sanatçının geçtiğimiz 10 yıl içinde İnternet’ten derlediği 250.000’in üzerinde metin, işitsel dosya ve video gibi belgelerden oluşan dijital bir arşivden oluşuyordu. Postkapital, son 20 yılda dünya genelinde toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel değişiklikleri 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 11 Eylül 2001 saldırıları gibi iki önemli tarihi olay ekseninde ele alıyordu. Serginin mekansal olarak tasarımı da son derece iddialıydı. Başarılı bir açılış yapmıştık bu proje ile.
Marcus Graf ile çalışmak nasıl bir duygu? Sergi planlama ve hazırlık süreciniz nasıl işliyor? Plato’da yakın gelecekte gerçekleştirmek istediğiniz sergi projeleri?
Marcus Graf ile ilk iki sergimizden sonra, 2011 yılından itibaren birlikte çalışmaya başladık. Hem omuz omuza verdiğim meslek yoldaşım, hem de dostum olarak Marcus ile çalışmak çok rahatlatıcı bir duygu. Çünkü Marcus işinin uzmanı olması bir yana, yabancı uyruklu bir insandan beklenmeyecek kadar Türkiye şartlarına ve gerçeklerine uyum sağlamış bir küratör. Gerek Balat’ta olmanın verdiği zorluklar, gerek kampüs yapılanmamızın zor şartları altında birçok krizi birlikte atlattık; yıllar içinde galerimizin mekanına birçok müdahele oldu; büyüdük, küçüldük, bazen okul kafeteryasının yemek kokuları altında sergi yaptık ama bunların hepsine soğukkanlılığı ve her zamanki disiplinli duruşuyla benimle birlikte direndi. Plato Sanat’ı ayakta tutmayı başardık. Bu açıdan kendisine hep müteşekkir olacağım. Ayrıca onunla hayat, koleksiyonlarımız ve çocuklarımız üzerine konuşmak da çok zevkli. Sergilerimize çalışırken bazen kendimi moda sektöründe çalışıyor gibi hissederim. Biz bir sergiyi yerleştirirken sonraki en az iki sergide neler yapacağımızı biliyor oluruz. Yaz koleksiyonunu izlerken kış koleksiyonunun hazır olması gibi! Yılda 4 sergimiz var; aralarda da sanatçı söyleşileri ve sergi turları yapıyoruz. Mayıs itibariyle başlayıp sene sonuna kadar süren 3 sergimiz seri sergi konseptinde ve birbirine kavramsal olarak cevap verecek yapıda kurgulandı. Plato Sanat olarak seri sergi fikrini de seviyoruz; daha önce Bilgi Dizisi ve Portfolyo Serisi sergilerimizde uygulamıştık. Yıl sonuna doğru birkaç senede bir gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Misafir Sanatçı programımız üzerine yoğunlaşacağız. Ayrıca Ekim ayında sürpriz bir projemiz daha olacak.
Bir koleksiyoner olarak hangi kaynaklardan besleniyorsunuz? Hangi yayınları takip ediyorsunuz? Hangi bienal ve fuarları izliyorsunuz?
Bu soruya detaylı cevap vermem inanın sayfalar alır! Ama kabataslak şöyle söyleyebilirim; kendi grafik tasarım formasyonumun da etkisiyle genel olarak çok meraklı bir insan olduğumu söyleyebilirim; bu yüzden beni besleyen inanılmaz geniş yelpazede bir kaynağım var. Ama oldukça şematik bir ifadeyle beni sırayla birinden diğerine aktaran kaynaklar şu çizgide ilerliyor: grafik tasarım-tasarım-çağdaş sanat-mimarlık-edebiyat. Bir uçtan başladığımda aralarda bambaşka koridorlara da dalarak diğer uçtan çıktığımı görüyorum ve bu döngü kolay kolay sapmıyor. Her ay bu konularla ilgili 3 kitap alma kotam vardır ve bu konuda disiplinimi seyahatlerde bile bozmam. Yurt içindeki fuarları gerek izleyici gerek katılımcı olarak kaçırmam, yurtdışı için de senede iki fuarlık bir ritim oturtmaya çalışıyorum.
Babanız Sayın Behruz Çinici Türkiye’nin en önemli mimarlarından. Mimarlıkla olan bu yakın ilişkiniz sanatsal bakış açınızı nasıl etkiledi?
Bu soruyu sormuş olmanız benim için çok değerli; öncelikle hassasiyetiniz için çok teşekkür ederim. Rahmetli babam benim için müthiş bir canlı kanıttı; yaşam ve sanatın nasıl iç içe geçebileceğini onunla yaşadım ve öğrendim. Çocukluğumda ofisimiz oturduğumuz evin alt katındaydı ve Çinici Mimarlık ofisinde çalışan tüm mimarlar ve tasarımcılar ile büyük bir ailenin üyeleri gibiydik. Akşam 8’e kadar süren hummalı çalışma muhakkak müzik ile biter (çoğunlukla babamın tanbur taksimleriyle) ve gecenin 2’sinde annemin yaptığı çorbalardan sonra sabaha kadar disiplin içinde yeniden sürerdi. Babam aynı zamanda ülke çapında gerçekleştirdiği işler sebebiyle dönemin devlet erkanı ile de çok yakın ilişkiler içindeydi; evimize ve davetlerimize gelip onların da sanatçılarla nasıl yakın ve dostane ilişkiler kurmuş olduklarına bire bir tanıklık ettim. Böyle bir çocukluktan sonra, ben de bakıyorum, fırsat buldukça kalabalık davetler vermeyi çok seviyorum ve birlikte çalıştığım sanatçıları yakından tanımak için gayret gösteriyorum. Mekan duygusu ise beni gittiğim her yerde kuvvetle takip ediyor; hatta bu öyle bir şey ki bazen işkenceye bile dönüşebiliyor çünkü kötü tasarlanmış binalar, çarpık kentleşme, ölçeksizlik, örneğin heykellerin içinde sinek gibi kaldığı, adına meydan denemeyecek kent meydanlarında yürüyor olmak beni son derece olumsuz etkiliyor. Bunları söylerken ne yazık ki yaşadığımız şehri tarif etmiş oldum bir yandan. En basit tatilimde bile mekan olarak beğenmediğim bir yerden apar-topar ayrılıp yer değiştirdiğim ve yakınlarımı kızdırdığım çok olmuştur. Kendi işime geldiğimde de muhtemelen ekibimize en çok ızdırap çektirdiğim nokta bu oluyordur; eserlerin galeri mekanımıza yerleşmesi ve mekanımızla nasıl bütünleştiği konusu benim en hassas olduğum nokta.
Alacağınız eserlere karar verirken öncelikli kriterleriniz var mı? Koleksiyonunuzu belli bir teknik, konu ya da kronolojik çerçeve ile sınırlandırdınız mı?
Eserini alacağım sanatçıya kişi olarak yakından bakmak, birlikte vakit geçirmek ve atölyesini ziyaret etmek isterim. Bu, son yıllarda giderek daha da önem kazanmaya başladı benim için. Koleksiyonum temel olarak ikiye ayrılmış durumda; biraz aile yadigarı klasikler (alımlarla benim de desteklemeye çalıştığım) ve son 8 sene içinde alımı konusunda hızlandığım genç, güncel sanatçılar. Her ikisinde de alım sayısı önceleri dengeli giderken, son zamanlarda işim dolayısıyla doğal olarak genç, yerel ve güncel sanatçılara daha çok kaymaya başladı. Teknik ve üslup olarak ise mümkün olduğunca çeşitlilik arıyorum.
Sizce iyi bir koleksiyonun olmazsa olmazı nedir? Yeni başlayan koleksiyonerlere nasıl ilerlemelerini önerirsiniz?
Nefis bir kitap okuyorum son zamanlarda: “Collecting For Love, Money and More” (E. Wagner/ T. W. Wagner). Sevgili küratör asistanımız Melike Bayık’ın hediyesi… Bu kitabın başlığından yola çıkarak ve kendi adıma kitabın adından ‘Money’ ibaresini çıkartarak şunu söyleyeyim: ben koleksiyonerlikte yatırım konusunu ön planda tutamıyorum. Benim için tutku, vurulmak, eserle aşk yaşamak ön planda. Bu da çok şahsi bir şey. İşin yatırım ekseni borsa gibi değişebileceği için ve bu konuda ayrıca son derece şüpheci olduğum için alımlarımı buna göre hedeflersem, koleksiyonum konusunda tutuk hale geleceğime inanıyorum. Koleksiyon yapmaya gerçekten başladığınız zaman -adeta bir bağımlı gibi- sizi tetikleyen eserlerin karşısında elleriniz titremeye başlıyor; en azından bana öyle oluyor… Yeni başlayanlara ise kalpten inanarak şunu tavsiye ediyorum: işe önce kendi toprağınızın genç yeteneklerini keşfetmekle başlayın! Yurtdışını zamana yayarak ve sindirerek öğrenmeye çalışın. Desteklenmeyi hak eden inanılmaz yeni yeteneklerimiz var.
Art50.net ile nasıl tanıştınız?
Marcus Graf sayesinde birkaç sene önce tanıdım ve takip etmeye başladım. Marcus’un yetiştirdiği onlarca öğrenciden biri hem bizlerle hem de sonrasında Art50.net ile çalışmaya başladığında doğal olarak daha yakından tanımaya başladım. Ama bunun öncesinde de yazları Bodrum’da yaşayan biri olarak Casa dell’Arte’de yaptıkları sergileri özenle takip ediyordum.