”Gök gürültüsüyle irkildi. Kalbi hızlanmıştı. Hava iyiden iyiye koyulaşmıştı. Gözlerini kapadı, parmaklarını tek tek pencerenin kenarından çekerken kulakları uğuldamaya nefesi hızlanmaya başlamıştı. Yavaşça içerideki bacağını da dışarı aldı ve boşluğa kendini bırakmak için hazırdı. O yaz… Denizle konuştuğu yaz… Bir deniz minaresi bulmuştu. Tam çıkacakken elinden kayıp düşmüştü küçük kayaların arasına. Görüyordu fakat uzanıp ulaşmaya çalıştıkça şnorkeline daha fazla su kaçıyordu. Nefesi yetmemeye başlamıştı. Tam parmağının ucu değecek gibiydi ki dışarıdan bir kol adını haykırarak suyun dibinden çekip çıkarmıştı onu. Babası kafasındaki şnorkeli çıkartıp, çılgınca bir korkuyla ellerinin içine aldığı yüzüne bakıp iyi olup olmadığını soruyordu. İyiydi elbette. Babasının gözlerindeki korku onu şaşırtsa da hafiften ve nedenini bilmediği bir mutluluk duymuştu. Arada boğazına kaçan tuzlu su yüzünden öksürerek iyi olduğunu söylemişti. Gözlerini açtığında salondaki halının üzerindeydi, yüzünü kaplayan sıcacık ellerini hissediyordu yine.
– İyi misin?
– İyiyim baba. Seninle kalabilir miyim?”
Müge Ceyhan