“Çalışmamın adı “Öfori”; plastik dilde aktarmaya çalıştığım kavramlaşmayı destekleyen bir tıp terimidir.
Öfori; kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Psikiyatride öfori, her zaman patolojik anlam taşır ve çok kere organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisidir. Bulaşıcı değildir, kişinin neşeli halinin sebebi yoktur; çünkü hoşnutluk duygusu bilinç yoksunluğuna ve üzüntü ya da anksiyeteyi duymamaya dayanır. Çalışmamın iki öznesi vardır: insan ve televizyon.
İnsan; öteden beri seyri, seyretmeyi sevmiş, arzulamıştır. Seyirde kendinden geçmiş, kendini seyrin içine katmış, seyirle aynılaşmış, seyirde başkalaşmıştır. Seyir insanlık tarihinin izi, olmazsa olmazı olmuştur. Yine de sorguluyorum: Hangi nesneye, hangi kişinin görüntüsüne o kadar tutkulu bir ilgiyle bakabilir insan? Bir sanat eserine, kutsal bir ikonaya bile ancak göreli ve sınırlı olmuştur ilgisi. Doğal ve insanlı seyirler ile törensi dini seyirler, teknolojik gelişmelerle asıl odak noktası olmaktan yavaş yavaş çıkmıştır. Her nekadar yaşamından diğerlerini tümden çıkarmasa da insanlık, yeni teknolojik araçların bağımlılığına doğru yol almaktadır. Yolun hangi tapınaklardan geçeceğini bilemiyorum. Ama kitlelere ilk uzun soluklu izleme alışkanlığını kazandıran, onlara hayranlık vererek gönüllülükle tutsak eden güçlü iletişim aracıdır televizyon. Onun uyuşturucu ve mutluluk verici etkisiyle bilinçsiz bir hoşnutluk halinde, saatlerce, başında, pozisyonumuzu değiştirmeden kalabiliyoruz. Onun karşısında kendimizi kolaylıkla dış dünyada gerçekten olup bitenden soyutlayabiliyoruz, tıpkı bir trans ya da sarhoşluk hali gibi. Ve davranışlarımız, tepkilerimiz yanılsamayla izlediklerimize dönük oluyor. Sabit, pasif birkaç pozisyonun tekrarından ibaret kalıyor…
Elbette televizyonun, izleyiciye bilgi aktarma, eğitme işlevleri es geçilemez. Ama sonuçta arkasındaki erk temeldir. Ve genelde kendi olma, dünyaya eleştirel bakma alışkanlığı kazandırılamamış, kazandırılmamış bireylerden oluşan toplumlar için olumsuzluğu ortadadır. Nesnemize yalnızca araç olarak televizyon diye baktığımızda özellikle şu özelliği hemen fark edilir: izlerken, insan algısı, insan kolaycılığı yüzünden zihnimiz bize oyunlar oynar ve bize aktifmişiz duygusu yaşatır. Bu nedenle gerçeklikten bağlarımızı koparmayı başarır.
Çalışmamda duvara bağlı olarak ortada duran; parlak, yarım, asimetrik, çekici obje, televizyonu temsil etmektedir. Obje/figür, simgesel değerleriyle, renkli ve sanala da yakın tasarlanmıştır. Obje/figürün yerleştirimi, televizyonun başına geçen herhangi birinin alabileceği pozisyon, yogadaki trans haliyle de benzerlik gösterir. Bilinçsiz mutluluk halini izleyiciye verebilmesi içinse oturduğu halının havalanmış ama oyundaki izler figür tarafından fark edilemiyor olması vurgulanır. . Gözlerindeki kalp ayrıntısı ise bu durumunu destekler.”
Gül İclal Öner