”Artık ocaktan alınması gerektiğini çıkardığı köpüklü fokurtularla anlatmaya çalışan cezveyi son anda becerikli elleriyle kapıp iki küçük kahve fincanına kardeş payı yaptı. Önüme bol köpüklü kahvemi koyduğunda gayri ihtiyari tabaklarını sordum fincanlarımızın. “Tabağından mı içeceksin? Kahveyi bulmuş hem de en köpüklüsünden, tabağını soruyor bir de!” dedi yalandan kızan anneler gibi. Tam karşımdaki sandalyesine oturacakken, “Ah dur!” diyerek tekrar doğruldu. Bizimkilerin çayı bitmiştir. Tazeleyip geleyim hemen. “Tamam, tamam, ben de yardım edeyim” desem de “Hayır! Otur sen. Hemmen geliyorum.” dediğinde iki tane bol demlisinden çayı doldurmuş, mutfaktan çıkıyordu bile. Yanımdan ayrılsa da ardında refakatçisi huzuru bırakan dostum… Dışarıda şubat soğuğu, içeride evin huzurlu sıcaklığı tatlı bir düellodaydı. Bu düelloyu kazanan öğleden beri arada tazelenerek demlenen çaydanlıktaki çayın Seylan kokulu buharı olmuştu. Mutfaktaki balkona açılan kapının camına sevdiğinizin ismini rahatça yazabilirdiniz parmak ucunuzla.
O akşamı geceye, geceyi şafağa bağlamıştık. Belki de tüm Beşiktaş bize sırdaş olmuştu. Yokuşun dibindeki o küçük evde kim bilir kaç gece uykusuz kalmıştı bizim yüzümüzden. Bazen evler değişiyor, mutfağın, yatak odalarının konumu değişiyor ama semt ve sohbetler aynı güzellikte kalıyordu. Maçka’nın ağır başlı sokakları bazen denize, kalabalık Beşiktaş sokaklarına inerken, bazen de süslü Nişantaşı’na çıkardı. Her sokağın bir küçük anısı, her kaldırımın bir itiş kakışı, İTÜ’nün arka merdivenlerinin bir şarkısı vardı bizde saklı.
Altında tabağı ile pür tuvalet, içindekinin içilmesini bekleyen süslü püslü fincana bakıyordum. Sanki dışı güzelleştikçe içindeki de lezzetlenecekmiş gibi… Türk kahvesinin kokusu eski huzuru taşıyan bir kervan gibi ağır ağır içime yürüyordu sanki o akşam. İhtiyacım vardı bu huzura. Eski semtimin apartmanlarının içindeki huzura. Doğduğum, tek basamaklı yaşlarımı komşu çocuklarıyla, gençlik yaşlarımı sokaklarında yaşadığım Maçka’nın huzuruna…
Başka bir semtin, bambaşka bir sokağında, bir apartmanın tüm yaşanmamışlıklarıyla dolu bir dairesinde önümde bana eşlik etmeye zorladığım kahvemle pencereden sokağı izliyordum. Ya da uzaktan bakıldığında siz öyle zannediyordunuz. İçim başka yerdeydi. Boğuluyordum.”
Müge Ceyhan